Prof. Dr. Kadioğlu Mikdat Yeşil Görünüm'de
Küresel ısınma konusundaki ilk canlı tartışmaya 1986'da
Missouri-Columbia'da atmosfer bilimleri doktorası yaparken tanık
olmuştum. İki bilim insanı, karşılıklı duran kürsülerde ve
konferans salonunu doldurmuş yüzden fazla kişinin önünde durarak
"küresel ısınma var mıdır, yok mudur" tartışıyorlardı. Ben de
klimatoloji dersim için "Kim haklı? Neden?" adlı ödevim için
oradaydım. Kimi haklı bulduğumu şimdi hatırlamıyorum bile, zaten
sayısal hava tahmini ile uğraşan sayısalcı biri olarak "iklim"
konusu bana fazla sözel ve lafı güzaf gibi gelmişti!
“
Isınmaya gerçekten insan mı, yoksa buna atmosferimizdeki doğal
salımınlardan biri mi neden oluyor tartışmaları artık çok gerilerde
kaldı.
”
Yıllar geçti, bütün dünya gibi ister istemez ben de bu konuya
odaklanmak zorunda kaldım. Çünkü bu problem günümüzde, en az
kalkınma, açlık ve sağlık kadar dünya toplumlarının üzerinde
durması gereken sorunların başında geliyor. Bu nedenle, 21.
Yüzyıl'da kalkınma çabaları ile çevreyi yitirme endişeleri
"Sürdürülebilir Kalkınma" kavramını ortaya çıkarttı.
Sürdürülebilir kalkınma bağlamında iklim değişikliğine neden
olan sera gazları (GHG) emisyonlarının azaltılmasına yönelik, ilk
olarak Haziran 1992 Rio Konferansı'nda (UNFCCC) özellikle gelişmiş
ülkelerin ciddi önlemler alması konusu gündeme getirildi. Bu amaca
yönelik olarak, daha sonra Kyoto'da bir araya gelen BM ülkeleri,
daha somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar aldı. Bu
kararlardan en önemlisi, özellikle gelişmiş ülkelerin GHG
emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesinin ortalama
%5 altına indirmesiydi. Kyoto Protokolü'nün uluslararası geçerlilik
kazanması için önkoşul, global anlamda GHG emisyonunun % 55'ine
tekabül eden ve en az 55 ülkenin bu yükümlülük altına girmesiydi.
Rusya'nın katılımı ile 16 Şubat 2005'te Kyoto Protokolü yürürlüğe
girdi.
Türkiye maalesef olayları hep geriden takip etti ve dünyanın
gerisinde kaldı. 1992 Rio Konferansı'nda imzaya açılan 5 temel
belgeden Gündem 21'i kabul eden ülkelerden biri de Türkiye oldu.
Ancak 1992'de kabul edilen ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe
giren BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (İDÇS), Türkiye 24
Mayıs 2004 tarihinde 189. taraf ülke olarak onay verebildi. BM İDÇ
Sözleşmesi`ne, 1994 yılında yürürlüğe girişinin üzerinden 10 yıl
geçtikten sonra katılan Türkiye, 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto
Protokolü`nü de 4. yılında kabul etti.
Türkiye'nin BM İDÇS'yi 10 yıl sonra imzalamasının bir nedeni
vardı. 1980'lerde kendisini önce OECD ülkesi olarak lanse etti.
Bunu rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'a bağlayanlar da var.
Bizi zengin OECD ülkeleri ile büyük mali yükümlüklerin altına sokan
bu fikir kimden ve nasıl çıktı bilinmiyor. Neyse aklımız başımıza
geldikten sonra zengin ülkeler grubundan çıkmak için uzun süre
uğraştık durduk. Sonunda 2001 yılında Marakeş'te düzenlenen 7.
Taraflar Konferansı'nda alınan karar gereğince, Ek-I ülkelerinden
farklı konumda sözleşmeye taraf olduk. Böylece, İDSC
Sekretaryası'na düzenli olarak sera gazı salımı raporu vermeyi ve
gaz salınımını azaltacak önlemler geliştirmeyi taahhüt ettik.
Türkiye 24 Mayıs 2004 tarihinden itibaren Kyoto Protokolüne
taraf olabilirdi ama olmadı. Neden? İşte bu sorunun mantıklı ve
kabul edilebilir bir cevabı yok. 2004 yılından 2009 yılına kadar bu
konuda Türkiye için değişen hiçbir şey olmadı ama Türkiye bekledi
durdu! Hatta sera gazı artırımında Dünya rekoru kırdı! Aslında
Kyoto Protokolü'nün ülkemizde ekonomisinin gelişmesini tehdit
edebileceği kaygısı doğru değildi. Diğer bir deyişle, gelişmekte
olan ülkeler arasında protokolü ekonomisine tehdit gibi gören tek
ülke Türkiye'ydi. Çünkü protokol Türkiye gibi ülkeler için esnek
maddeler içeriyor. Türkiye protokolü imzalamaya yanaştığı takdirde
bunlardan yararlanabilirdi.
Aslında Kyoto Protokolü, sera gazlarını artıran emisyonların
salınımın kontrol altına alınarak zarar azaltılması ile birlikte
enerji tarım, orman, katı atıklar, kıyıların kullanımı, vb. gibi
konu ve sektörlerde uyum çalışmaları yapmamızı istemekteydi. Bütün
bunlar, protokol, cezai yaptırım vb. olmadan da küresel iklim
değişiminin kötü etkilerinden korunmak için zaten kendiliğimizden
yapmamız gereken ve ret edilmesi mümkün olmayan çalışmalardı. Yani
gerçekte önemli olan "imza" değil; bizdeki "konuyu algılama, niyet
ve zihniyetti"!..
Ne diyelim zararın neresinden dönersek kardır. Kyoto protokolü
öldü; yaşasın Kopenhag protokolü!
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu
Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü. 1984 İTÜ Meteoroloji
Mühendisliği Bölümü Mezunu. Atmosfer Bilimleri konusunda 1987'de
Master ve 1991'de Doktorasını ABD'nin Missouri-Columbia
Üniversitesinden almış. TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası
Marmara Bölge Temsilcisi; Türk Deniz Araştırmalar Vakfı Üyesi.
Sinoptik Meteoroloji, Sayısal Hava Öngörüsü, Uygulamalı Klimatoloji
ve Afet Yönetimi konuları ile ilgileniyor. Şuan İstanbul Teknik
Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji
Mühendisliği Bölümü Bölüm Başkanı ve İTÜ Afet Yönetim Merkezi
Öğretim Müdürüdür. Hürriyet Gazetesi Seyahat Ekinde yazı yazmakta
ve Açık Radyo'da Cuma sabahları Havadan-Sudan adlı bir program
yapmaktadır.
Harekete Geçin
İklim değişikliğinin tehlikeli etkilerini durdurmamiz için bize yardım edebilirsiniz. Türkiye’de yapılacak 47 yeni kömürlü termik santral için internet eylemine katılın. Sesimizi Ankara’ya hepbirlikte duyuralım.
Destek Ver!
Bağımsızlığımızı korumak için hiçbir şirket, devlet ya da politik partiden bağış ya da sponsorluk kabul etmiyor, sadece sizin gibi bireylerin desteği ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Meteoroloji ve Afet Yönetimi
Profesörü