Vakit, Gelecek için Liderlik Vakti

Dr. Uygar Özesmi Yeşil Görünüm'de

Haber - 20 Ağustos, 2009
Sıradışı zamanlarda bile insanlar sıradan zamanlar yaşadıklarını düşünürler. Sıradışı bu zamanlarda bir felaket vurduğunda bu felaketin, kendilerinin yarattığı bir şeyden ziyade kendilerinin dışında gelişen bir olay olduğunu düşünürler. İkinci Dünya Savaşı başladığında; bu savaş herkes tarafından uzun zamandır beklenen, fakat herkes tarafından inkâr edilen bir “sürprizdi”. Savaşın yarattığı kâbus sona erdiğinde, başka bir kâbuslar ortaya çıktı, farkında olup görmezden geldikleri soykırım kâbusu. Farkına vardıklarında düşündüler, önlemek için bir sürü ‘şey’ yapılabilirdi diye, ama zamanında yapmadılar…

Dr. Uygar Özesmi, Genel Direktör, Greenpeace Akdeniz

Yeşil Ufuklar

Uygar

Dr. Uygar Özesmi, Genel Direktör, Greenpeace Akdeniz

Vakit, Gelecek için Liderlik Vakti

Dr. Uygar Özesmi Yeşil Görünüm'de

August 20, 2009

Sıradışı zamanlarda bile insanlar sıradan zamanlar yaşadıklarını düşünürler. Sıradışı bu zamanlarda bir felaket vurduğunda bu felaketin, kendilerinin yarattığı bir şeyden ziyade kendilerinin dışında gelişen bir olay olduğunu düşünürler. İkinci Dünya Savaşı başladığında; bu savaş herkes tarafından uzun zamandır beklenen, fakat herkes tarafından inkâr edilen bir "sürprizdi". Savaşın yarattığı kâbus sona erdiğinde, başka bir kâbuslar ortaya çıktı, farkında olup görmezden geldikleri soykırım kâbusu. Farkına vardıklarında düşündüler, önlemek için bir sürü 'şey' yapılabilirdi diye, ama zamanında yapmadılar...

Bugün sokaklarda kendi sıradan hayatlarımızın adımlarını atarken, içinde yaşadığımız bu zamanlar, yine farkında olmadığımız veya farkında olmak istemediğimiz sıradışı zamanlar. Şarkılarında, Greenpeace görüntülerinin çarpıcı gerçekliği ile Tarkan 'Uyan' ve Melike Demirağ 'Duyun beni' derken bunu söylüyor. Dünyanın Durduğu Gün filminde 'Klaatu' olarak Keanu Reeves, "Biz dünyayı (senden) kurtarmaya geldik" derken bunu kastediyor! Ve değişim için çöküşün kenarında bekliyorsak, Doğa Ana için çok geç olacak.

Bu yüzden uyan, anneni dinle, oturduğun yerden kalk ve bir şeyler yap. Her zamankinden daha fazla, şimdi herkesin liderliğine ihtiyaç var. Harekete geçmek ve bir (d)evrim için kamu iradesini yönlendirmek için her sektörde ve her köşede liderlere ihtiyacımız var. (D)evrim, ya çok yakında gerçekleşecek ya da geçmişin kâbusları, bugünün kâbusları yanında solda sıfır kalacak. Gerçek kâbuslardan geçerek "yaşayacağız". Eğer medeniyet tamamen çökmez de, uzun ve acılı günlerin ardından, geride bir grup insan kalmayı başarsa bile, o kalanlar biyolojik çeşitlilik açısından çok fakir, acınası bir gezegende yaşamak için mücadele edecekler.

Bu olağanüstü zamanlarda ne yapmaya ihtiyacımız var? Bizi bekleyen kâbuslara karşı ne gibi politikalara ihtiyacımız var? Bu yazı ülkemizde neye ihtiyaç olduğuna dair bir yol haritasıdır, ancak metin kolayca diğer bölgelere, ülkelere hatta yerele uyarlanabilir. Hatta bu yaklaşım mahallemize, tarımla uğraşan bir köyün idaresine dahi uyarlanabilir. İnsanlık ve Dünyamız, herhangi bir konuda ve ölçekte size, hepinize gereksinim duyuyor… o zaman, hadi hep beraber bu (d)evrimi başlatalım ve işe gıda, su ve barınma ile başlayalım.

Tarım

Bugün bildik ve yaygın tarım, yüksek kimyasal ve mekanik girdilere bağımlı. Adına 'yeşil' devrim denilen tarımsal yöntem, yeşilden ve hatta akıl ve mantıktan çok uzak. Bu tarımın bize verdiği şey, ekosistem özelliğini yitirmiş, bir mineral harabe haline gelmiş toprak. Öyle bir toprak ki yıpranmış, erozyonla cılızlaşmış ve makinelerin ağırlığı altında ezilip taş olmuş. "Yeşil" devrim bize kirlenmiş yeraltı ve yerüstü suları; vitamince ve besin değerleri açısından fakir, ama şiş tahıl, meyve ve sebzeler; sağlık ve ekosistem riskleri ile genetiği değiştirilmiş tohum ve ürünler; kullanılan azotlu gübrelerden gelen ve küresel ısınmaya neden olan azot oksitler verdi. O azotlu gübreler dünya elektrik üretiminin yüzde birini kullanıyor ki elektriğin çoğu kömürlü termik santrallerden geliyor. Kömürlü termik santraller ise asit yağmuru ve civa kirliliğinin yanısıra başka bir sera gazı olan karbondioksidi salıyor atmosfere... Tarım makinelerini çalıştıran dizel yakıtlardan çıkan karbondioksidi de unutmamak gerek. Bu bildik "yeşil" tarımdan gelen besinlerin enerjisi esasında kapkara fosil yakıt. Yediğimiz ürünleri yeraltından çıkardığımızın farkında değiliz. Bugün hâlâ insanlar besin azlığından değil, eşitsiz dağıtımdan dolayı geceleri aç yatıyor ve hatta ölüyorlar. Depolarda ise besinler çürüyor. Bugün yediğimiz et, daha çok doğal alanı tarım arazisine dönüştürüyor. Bu tarım arazilerinde üretilen ürün bizi besleyeceğine hayvan yemi yapılıyor ve bu hayvanların eti almaya gücü yetenleri besliyor. Denizlerde yakalanan balık için tutulan balıktan daha çok, teknelerde mazot yakılıyor. Buna rağmen aşırı balıkçılıktan dolayı balık stokları ve deniz ekosistemi çöküyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Öncelikle toprağı bir kaynak olarak değil, gerçekte olduğu gibi bir ekosistem olarak görmek gerek. Her ekosistemde yapılması gerektiği gibi toprağa tohumu münavebeli veya karma ekmek; aldığımızı toprağa yerel kompost olarak geri koymak; kimyasal ilaç ve gübre kullanmamak gerek. Sadece küçük tarımsal makinalar kullanmalı ve daha çok el emeği ve alın terine güvenmeli. Tarım alanlarında zaman zaman toprak dinlendirilmeli, rüzgâr perdeleri, çalılıklar, ve diğer canlılar için geçebilecekleri doğal, dokunulmamış koridorlar yaratmalı. Sosyal alanda ise şehirlerde ürünleri yiyenlerle üreten çiftçi arasında, bağ ve tanışıklık sağlanmalı. Çiftçilerin sağlıklı şehirler için sağlıklı ekolojik ürünler yetiştirmelerini sağlayacak politikalar üretilmeli. Besin şehirlerde onlara biçilen fiyattan çok daha değerli, çiftçiler hak ettiklerini alabilmeli. Yerel tohum, ürün ve küçük çiftçi aileleri desteklenmeli.

Su

Bugün, suyu asla bitmeyecekmiş gibi israf ediyoruz. Eğer böyle devam edersek, kaçınılmaz olarak bitecek. Şehirlerimiz büyümeye devam ederken, susuzluğumuz da artıyor. Bu susuzluğu gidermek içinse gerçekte suyu komşu ekosistemlerden çalıyoruz, başka havzaların suyunu şehirlere taşımaya devam ediyoruz. Öte yandan, suyun gerektiği gibi akmasına izin vermiyor, önüne barajlar inşa ediyoruz. Bunun sonucunda havza ve sahiller erozyona uğruyor, taşkın ovaları ve düzlükleri yok oluyor, bitki örtüsü ve onunla beraber hayvan toplulukları ortadan kalkıyor. Bununla beraber su havzaları çoraklaşıyor. Barajlardan aldığımız suları tarlalara salıyoruz, yarı kurak iklimimizde sular buharlaştıkça geriye tuz kalıyor; tuz toprağı ve verimini öldürüyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Şehirlere büyüklü küçüklü sarnıçlar inşa edin ki gökten, çatı ve caddelere düşen sular bu sarnıçlara toplansın. Doğanın kendini sürdürebilmesi ve bizim beslenebilmemiz için ekosistemin ihtiyacı olan su çalınmasın. Bütün varolan teknolojik çözümleri harekete geçirerek, suyu tasarruf eden klozetlerden, basınçlı hava karışımlı duş başlıklarına kadar, su her yerde verimli kullanılsın. Suya bir kaynakmış gibi değil, gerçekte olduğu değerle, paha biçilmez bir varlık olarak davranalım. Kullanılmış suyu arıtalım ve şehre geri döndürelim. Yatırımları su arzını arttırmak için değil, talebi düşürmek için yapalım. Hiçbir zaman kuyuların kendilerini yenileme kapasitelerinden daha fazla su çekmeyelim. Yeraltı havzalarından, göllerden ve nehirlerden çektiğimiz suyu, damla sulama ve benzeri su tasarrufu sağlayan teknolojilerden yararlanarak değerlendirelim.

Barınma

Bugün, şehirlerdeki insanlar, yoğunluk ve düzen açısından plansız şehirlerde inşa edilmiş beton binalarda yaşıyorlar. Zehirli kimyasal maddelerle donatılmış ve boyanmış, sağlıksız malzemelerden inşa edilmiş, verimsiz şekilde ısıtılan veya soğutulan, yetersiz biçimde yalıtılmış evlerde hayatlarını sürdürüyorlar. Trafik sıkışıklığı olan caddelerde nefes alacak alanları yok ve şehirler büyürken bizim barınaklarımız hayvanların barınaklarının yerlerini alıyor. Börtü böcek kuş çalı çiçek nerede büyüsün, doysun, serpilsin? Onlara yaşayacak yer kalmıyor. Şehirler doğal ortamları ve tarım arazilerini yutarak kırsal alanlara doğru yayılıyorlar. Şehirlerden gelen atık sular, yüksek oranda enerji tüketen, kirli arıtma tesislerinde sözde arıtılıyor ya da doğrudan suya bırakılıyorlar. Bizler, giderek doğanın istilacılarına dönüşüyoruz. Farkında olmadığımız şey ise istila ve tahrip ettiğimizin aslında bizim kendi barınağımız olduğu gerçeği.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Önceden belirlenmiş ve sınırlı alanlarda organik olarak büyüyecek, iyi planlanmış şehirlere ihtiyacımız var. Evler büyük ölçüde taş ve ahşaptan oluşan doğal malzemelerle inşa edilmeli. Demir ve betonu tekrar tekrar kullanmalı ve diğer tüm inşaat malzemelerini de yeniden kullanılabilir hale getirmeli. Tüm binaları iyice izole edilmeli ve yüksek enerji verimliliğine sahip ev araçlarının yanında güneş, rüzgâr veya jeotermal enerjiyle çalışan jeneratörler kullanılmalı ki binaların karbondioksit salımı ve enerji tüketimi sıfırlansın, hatta enerji fazlası oluşsun. Ev araçlarında, okullarda, hastanelerde ve diğer tüm binalardaki zehirli maddeleri yok edilsin. Aynı zamanda bütün bu bina ve araçlar sadece enerji açısından değil, su açısından da verimli olmalı. Suyu işleyerek tekrar kullanmalı ve atık su miktarını asgari düzeye, hatta mümkünse sıfıra indirilmeli. Şehir yoğunluğunu sağlıklı bir seviyeye getirilmeli; eğer ille de yeni alana ihtiyaç varsa, o zaman yüksek binalar inşa edilmeli. Tarım ya da diğer katma değer sağlayan üretim biçimleriyle geçimini sağlayabilecek kırsal alanlardaki insanlar için yüksek ve sürdürülebilir yaşam standartları sağlayarak nüfus artışının önü alınmalı. Şehirlerdeki insanların bütün ihtiyaçlarına yürüyerek ulaşabilmelerini sağlamak için, insanların günlük yaşam gerekleri ile çalışma alanları bağdaştırılarak mümkün olan en verimli hale getirilmeli. Daha uzun seyahatler için bisiklet yolları ve de etkin bir toplu taşıma sistemi yaratılmalı.

Sağlık

Bugün, yaşamlarımızı zehirli bir çevrede sürdürüyoruz; egzoz dumanlarını teneffüs edip, bağışıklık sistemimize ve hormonlarımıza zarar veren, tarım ilacı ve benzeri kimyasallarla pompalanmış, besin değeri düşük, hatta hiç olmayan yiyecekler yiyiyoruz. Hatta genleriyle oynanmış olduklarının farkında bile olmadığımız bazı ithal yiyecekleri tüketiyoruz. Yürümüyoruz ya da bisiklete binmiyoruz; elektronik aletler zehir saçıp, manyetik dalgalar yayıyorlar, nükleer ve kömür santrallerinden etrafa radyasyon ve zehirli gazlar saçılıyor. Gürültülü şehirlerde, tehlikeli ve sürekli tıkanan trafikte insanlar gerilim içinde yaşıyorlar. İnsanlar hastaneye sağlıkları bozulduğunda giderler… Böyle bir çevrede insan sağlığının bozulmaması mümkün mü?

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Doğal malzemelerle dolu bir çevrede yaşamaya ihtiyacımız var. Yerel toplumun desteklediği ekolojik tarımdan gelen kendi yiyeceklerimizi yemeli ve temiz su içmeliyiz. Ağartılmamış, kimyasallar tarafından işleme tabi tutulmamış ve organik liflerden dokunan tekstil malzemeleri kullanmalı ve giymeli. Yürürken ve bisiklete binerken radyasyondan arınmış, temiz hava soluyabileceğimiz sessiz çevrelere ihtiyacımız var. Spor salonlarında çalışmak yerine, işe giderken veya parklarda egzersiz yapabiliriz. Ekolojik tarımla uğraşan çiftçilerin, eskiden kullandıkları kimyasalları solumalarına gerek yok. Böyle bir ortamda kimyevi maddeler olmaz. Ürettikleri süt, inatçı, organik kirletici maddelerden ve ağır metallerden arınmıştır. Beslenme düzenimiz büyük ölçüde, bizi daha sağlıklı kılıp, beslediğimiz hayvanların da daha uzun yaşamasını sağlayacak şekilde vejetaryendir. Sağlık politikaları koruyucu hekimliğe odaklanmıştır. İnsanlar doktorlara sadece sağlıklarını kaybettiklerinde değil, önce sağlıklarını nasıl koruyacaklarını öğrenmek için giderler.

Eğitim

Günümüzde, büyük şehirlerdeki çocukların otobüs ve minibüslerle okullarına gitmesi ya da kırsal alandaki çocukların birkaç köy ilerisine veya hatta yakındaki büyük bir kasabaya seyahat edebilmesi için, fosil yakıtlar yakılıyor. Bu, onlara içinde bulundukları tutucu çevrede öğretilen müfredatla son derece uyumlu. Okulda evrim hala sadece bir 'teori' ve de ekoloji yalnızca bir bilim dalı. Öğrenciler, gezegenimiz ve onun ihtiyaçları hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeden mezun oluyor. Şu anda sahip olduğumuz şeyleri yokettiğimizi bilmiyorlar. Kendi çocuklarının gelecekte eziyet çekmelerini istemedikleri halde, o çocuklar cinsellikleri ve doğum kontrol metodları hakkında bilgilenmeden mezun oluyorlar. Eleştirel bir zihniyete sahip olmak için gereken araçları alamamaları bir yana, üniversitede dahi, seri üretim bandından çıkmış salça kutuları misali, 'serbest' piyasa ortamına daha fazla ürün yetiştirmek ve de 'toplum çorbasında' ait olduğu yerde duran, itaatkar bir malzeme olmak için hazırlanıyorlar.

Erk sahiplerinin gözlerinin içine bakan itaatkar oyuncaklar yerine, sorumluluk alan ve en ufak ayrıntılarda dahi liderlik gösterebilen önderler yetiştirmeliyiz.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Çocuklarımızın yetişkinlerin gözetiminde ama kontrolleri dışında dışarı çıkmasına ve keşfetmelerine izin verelim. Devlet kontrolü altındaki bir mekanizmanın biçimlendirdiği kitaplar yerine faaliyet yoluyla öğrenmelerini sağlayalım. Toplumsal davranış biçimlerini, adabı ve sosyalleşmeyi, onların yetişkinlerle vakit geçirerek öğrenmelerini sağlayalım. Modası geçmiş varsayımlarımızı, hatta dogmalarımızı onlara empoze etmek yerine onlara, kendi doğrularını öğrenip geliştirmelerini sağlayacak yöntemleri sunalım. Onlara doğanın nasıl işlediğini ve bundan neler öğrenebileceğimizi gösterelim. Bu gezegenin sadece bize ait olmadığını, Dünya üzerindeki bütün çeşitliliği içinde, ahlaki varlıklar olarak, hayata nasıl saygı göstermemiz gerektiğini anlatalım. Bütün bilimlerin düzmece olduğunu kanıtladığı, fakat bir şekilde yine de toplumun ve özellikle de iktisat dalının hala temelini oluşturan devri-daim safsatasını onlara anlatalım. Çeşitli ve şahsi deneyimlerinden yola çıkan öğrenciler yaratıcı olup toplumu, ona varolması için bir fırsat tanıyacak şekilde yeniden biçimlendirebilmeli. Erk sahiplerinin gözlerinin içine bakan itaatkar oyuncaklar yerine, sorumluluk alan ve en ufak ayrıntılarda dahi liderlik gösterebilen önderler yetiştirmeliyiz.

Enerji

Bugün, ben ışığı açtığımda, karşımda beliren manzara, yerinden olmuş insanların düş kırklığı ve gözyaşları, kültürel mirasın ve verimli vadilerin daha fazla enerji için yapılan barajlar yüzünden kaybı, linyit ve nükleer santrallerin yaydığı radyasyon sebebiyle, lösemili çocukların çektiği ızdırap ve onların ailelerinin umutsuzca bakan yüzleridir. Kömür santralleri, iklim değişikliğinin temel sebeplerinden bir tanesi olmasının yanı sıra, daha doğmamış bebeklerde körlük, zeka geriliği ve beyinde hasar gibi birçok soruna yol açan civa salımına da neden olmaktadır. Ayrıca, bebeklerin yanı sıra yetişkinler de bu tür tehlikelere, kirlenmiş süt ve balık yüzünden maruz kalır. Bugün kullandığımız enerjinin çoğu fosil yakıtlardan gelir, ancak son kertede bu enerji de güneşten kaynaklanmakta. Milyonlarca yıl önce, büyük bataklıklarda, eğreltiotları ve ağaçlar vardı. Bu bitkiler, kendi gövdeleri içindeki karbondioksiti yakalayıp organik maddeye dönüştürmek için fotosentez yoluyla güneşin enerjisini kullandılar. Karbondioksitin yakalanmasından sonra, milyonlarca yıllık çökeltilerin altında gömülü kaldılar ve bu sayede insan topluluklarının içinde serpilebileceği nispeten dengeli bir iklim rejimi sağladılar. Peki biz ne yaptık? Toprağın altına ait olanı, karbondioksit salmak üzere yerin altından çıkarıp yaktık. Kömürü, yuvamızın sıcaklığından çevre katiline döndüştürdük.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Güneşin enerjisini fosil yakıt olarak yerin altından değil yukarıdan parlarken alın; güneşin enerjisini su ve buharda toplayın, fotosellerden elektrik üretip, enerji üretmek için yoğunlaştırın. Gezegenin kalbinden gelen jeotermal enerjiyi ve dünya döndükçe esecek olan rüzgarı toplayın. Arta kalan ihtiyacı gidermek için de, geri dönüştürülmüş bitkisel yağlar gibi biyokütleleri, sürdürülebilir şekilde idare edilen enerji ormanlarını ve posa gibi sınai yan ürünleri kullanın. Ve de verimli olun; aynı su politikalarındaki gibi, teknolojiyi sadece arz tarafında değil, talep tarafında da değerlendirin.

Sanayi

Bugün, herhangi bir şekilde işlenmemiş veya arıtılmamış milyonlarca ton zehirli atık üretiyoruz. Bu atıklar, ya sanayi tesislerinin etrafı çevrili mekanlarına dökülüyor, ya da bir gece gözlerden ırak bir yerde varillere gömülüyorlar. Bazen denize de boşaltılıyorlar, ve bunların sadece küçük bir kısmı sahile vuruyor. Amacı bize daha iyi bir hayat sağlamak için faydalı ürünler üretmek olan sınai faaliyetlerin ortaya çıkardığı bu zehirli kimyasallar, en nihayetinde, yine iyileştireceği varsayılan bu hayatı yok ediyorlar. Daha fazla hammadde için daimi bir açlık içinde kıvranan bu aynı sanayi, madenler kazıp hayvanların doğal ortamlarını yok ediyor, zehirliyor, atıklar ve siyanür sızıntılarıyla felaketlere yol açıyor. Hammaddelerden ürünlere, evlerimize ve çöp alanlarına kadar, her adımda daha fazla fosil yakıt yakıyor, çevreye daha fazla zehir bırakıyor ve doğa giderek daha fazla yok oluyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Döndürmek ve dönüştürmek, sonra tekrar döndürüp dönüştürmek doğanın bulduğu basit bir çözüm.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Döndürmek ve dönüştürmek, sonra tekrar döndürüp dönüştürmek doğanın bulduğu basit bir çözüm. Atık yok, biriktirme yok. Doğal süreçlerde her yerde döngüler vardır. Doğada ve bir bütün olarak gezegenin kendisinde de bulunduğu gibi, sanayi de aynı su, nitrojen, fosfor ve karbon döngülerini kullanmalı. Üretim sistemlerimiz, güneşe açık olması dışında, materyali kendi içinde döndüren kapalı sistemlere dayanmalı. Sanayi kuruluşları, döngüsel maddeleri düzenleyip dönüştürmek için yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanmalı. Atık ve zehir kavramları artık karanlık bir geçmişte bırakılmalı. İleride atıklardan vazgeçilmeli ve sadece başka sanayi kuruluşları için hammadde teşkil eden yan ürünler kalmalı. Öyle bir sistem yaratalım ki çöp ya da değersiz bir şey olmasın. Her şeyin, ama kesinlikle her şeyin, sanayi düzeni içerisinde tekrardan kullanılması veya geri dönüşüme tabi tutulması lazım. Ayrıca, sanayinin katma değer eklediği materyallerin doğal ve organik olduğundan, civarımızdaki doğaya yabancı bileşiklerin salınmadığından emin olmak gerek.

Turizm

Bugün, nam - ı diğer 'bacasız sanayi,' bacalısına oranla en ufak bir fark arz etmiyor. İnsanlar, çok ucuz tarifelerle uçak seyahatleri yaparak, yakında iklim değişikliğinden dolayı deniz seviyelerinin yükselmesiyle birlikte sular altında kalacak olan dünya üzerindeki son cennetleri ziyaret ediyorlar. Turistleri taşıyan havayolu şirketleri iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının yüzde üçüne yol açıyor. Dolayısıyla, bütün bunların bedelini yine çevre, hayatları sekteye uğrayan yerel topluluklar ve de bu yabancı kitleler için kaynakları tüketilen doğa ödüyor. Öncelikle yerliler bostanlarını sahillerdeki beş yıldızlı otellere satıyorlar, ya da bu oteller hükümetlerin kendilerine tahsis ettikleri ormanları kesip biçiyorlar. Sahilleri koruyan bu ormanlar, eğer otel olmaktan kaçabilirlerse, golf sahası ya da villa oluyorlar. Sonra, daha yukarıdaki ormanlar tarım amacıyla 'temizleniyor.' Elbette ki söz konusu olan organik tarım değil, etraflarından yalıtılmış bu otellerdeki yabancı kitleleri beslemek için yüksek girdili yani bol kimyasallı yoğun tarım yapılıyor. Bir yanda yerliler otellerde ter dökerlerken, sıkı pazarlıklar sonucu alınan kilim, halı ya da elişi gibi bir takım hediyelik eşyaların - ki bazıları Çin menşeilidir - el değiştirmesi hariç herhangi bir kültür alışverişi de söz konusu olmuyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Kitle turizmi tamamen terk edilmeli ve sadece az sayıda insanın doğadaki alış veriş dengesini gözeterek dolaşımını ve gittiği yere uyumunu esas alan eko turizm desteklenmelidir. Konuklar, dünya ve bölge barışı için gerçek bir kültür alışverişine ihtiyaç duymaktadır. Kültürlerarası iletişim ile çözümlerin ve deneyimlerin paylaşımı hem ülkelerde hem de bölgelerde yeniliklere yol açar. Konuklar, ziyaret ettikleri bölge üzerinde fazladan ekolojik izlere veya kültürel yozlaşmaya neden olmamalı, yerel geleneklere saygı gösterilmeli. Belirli bir ortamda bu tür bir ilişkiyi sağlayacak kurallar ve ekolojik tesislerin varlığı sadece gerekli.

Ulaşım

Bugün, herkes hareketlilik ihtiyacı içinde; bazı insanlar kendi şehirlerinde kendilerini daha rahat hissetmek için önce dünyanın büyük şehirlerini görme ihtiyacı hissediyorlar. İş ve yüz yüze iletişim ihtiyacı, bizi her gün sadece evden işe değil ayrıca ülkeler ve kıtalar arası seyahate de zorluyor. Hava yolcuğu, şahsi karbon izinde önde gelen faktörlerden biri. Hava yolları, iklim değişikliğine yol açan gazların üçte birinden sorumlu. Diğer ulaşım biçimleri ise altı kez daha fazla sera gazına yol açıyor. Bireyci ve yalıtılmış hayatlarımızda, insanların önemli bir kısmı bir yerden diğerine gitmek için saatlerce araba direksiyonlarının başında oturuyor, kitleler istiflenmiş sardalyalar misali toplu taşıma araçlarının içinde tıklım tıklım duruyor, aynı trafikte arabalarla birlikte takılıp kalıyorlar. Ne kadar fazla yol inşa edilirse, o yolları doldurup taşırmak için o kadar daha fazla acele ediyoruz. Kamu haklarının özel haklara tabi kılınması bir yana, şehirlerimiz, insanların hayatlarını kazanmaları için daha fazla seyahat etmelerine neden olan, farklı işlevlerin birbirinden nisbeten uzak yerlerde konumlandığı ve dolayısıyla insanların yolda daha fazla vakit harcamasına yol açan bir şekilde, toplumsal ayrımcılığı ve varoşların yaratılmasını daha fazla körükleyen bir biçimde inşa ediliyor. Gezegenimizi sadece itaatkâr insanlarla değil, aynı zamanda kocaman gemiler, tren yolları ve kamyonlar aracılığıyla dünyayı dolaşan malzemelerle de mahvediyoruz. Ağrı Dağı'nın eteklerindeki bir köyde, küçük Hatice'nin oynadığı bebek Çin'den gelme. Bebeğin üretildiği plastik, Arabistan Yarımadası'nda çıkartılan petrolden yapılmış. Yarın, Hatice, bebeğinden soluduğu bromine asteş önleyici yüzünden Erzurum'a doktora gitme ihtiyacı duyacak, ve ABD'den gelecek ilaçlarla tedavi olacak.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Yaşadığınız yerde yetişen yiyecekleri ve sadece mevsimlik meyve ve sebzeleri yemeli. Kış için yiyecekleri saklamalı ve depolamalı. Doğal ve yerel malzemelerden inşa etmeli ve yerel olarak imal edilmiş malları kullanmalı. Malların ve malzemelerin taşınma oranlarını asgari düzeye indirgemeli. Seyahat eden matah, matah olmaktan çıkar. Uzak mekanlara tartışma ve buluşma için gitmek yerine İnternet'i kullanalım. Tabiatı kesen, yok eden ve yalıtan yollar için vahşi hayat geçitleri yapalım. Bütün ulaşım vasıtalarını, hatta bisikletleri dahi, rahat, ihtiyaç temelinde ve herkesin kullanımına açık olacak biçimde kamulaştırmalı. Yürüyüş ve bisikletten daha farklı seyahat ihtiyaçlarını asgari düzeye indirgeyen şehirler ve yaşam alanları tasarlamalı.

İletişim

Bugün, iletişim çağında iletişimsizliği yaşıyoruz. İnsanlar, işten eve yorgun argın geliyorlar; muhtemelen yol trafiğinin kölesi olma durumunda kaldıklarından kendilerini daha da yorgun hissediyorlar, ve eve vardıklarında öylesine bitap düşmüş oluyorlar ki oturup televizyondan, bir daha ki sefere, eve daha bitkin bir şekilde gelmeleri için daha fazla neyi tüketmeleri gerektiğini dinliyorlar. Reklamlara bağlı medya, sürekli olarak bizim için en iyi şeyin ne olduğunu bize anlatıyor. Reklam endüstrisi istekler aracılığıyla çalışıyor, kadınları nesneleştirip, ihtiyaçlardan ve kaliteden kaçınıyor. Tüm endüstri ve ajanslar, dayanıklılık ve kalite yerine çabucak harcanan, modaya dayalı kavramlara bağlı olarak çalışıyorlar.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın tecrübelerini de hesaba katarak, temelde atalarımızın yaptıklarını yapmaktır. Medyadaki tüm reklamlar, katı bir şekilde sınırlanmalı ve düzenlemeye tabi tutulmalı. Ürünler; ihtiyaçlara, kaliteye ve çevresel etkilere dayalı bir şekilde satılmalı. Tehlikeli malzemelerin, uyuşturucuların ve silahların satımında olduğu gibi, çevresel zarara yol açan 'malların' satışı yüksek oranda sınırlandırılmalı. Medya, reklam endüstrisinden bağımsızlaştırılmalı ve daha fazla topluma ve seyirciye dayalı olmalı. Medya iş sahibi başka sektörden para kazananlardan arındırılıp işi sadece medya olanlar tarafından yürütülmeli. Böylece medya, ticaret ve iktidar çıkarlarından soyutlanıp, aydınlarla diyalog içinde, okuyucular ve seyirciler tarafından yönlendirilmeli.

Adalet

Bugün, mahkemeler sıkışık ve yavaş. Geç gelen adalet adalet değildir. Zehirli madenleri ve enerji santrallerinin kapatılmasına yönelik mahkeme kararları ya takip edilmiyor ya da bakanlar kurulu tarafından geçersiz kılınıyor. Doğa ve çevre konularına ilişkin yasama yetersiz ve var olan yasalar da sıkı bir şekilde takip edilmiyorlar. Çoğu vakada vatandaşlar, çevresel adaletsizliğe bireysel olarak itiraz edip iddianame sunma hakkına sahip değil. Çevreye, ve de dolayısıyla insanlığa karşı işlenen suçlar, fark edilmiyor ve cezasız kalıyorlar…

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Yasalar, çevreye zehirli maddelerin saçılmasına, bir türün yok oluşuna, ve de sadece insanlara değil, ayrıca hâkimlerin önünde söz hakkı olmayan, dünyamızı paylaştığımız diğer varlıklara karşı işlenen suçlara da katkıda bulunanlara karşı iddianame sunma hakkı tanımalıdır. Adalet sistemi; etkili ve hızlı olmalı, sahadaki politik güçlerden bağımsız olarak karar alabilmelidir. Yargı bağımsızlığı esastır. Vicdanlarımıza karşı işlenen eylemler karşısında sivil itaatsizlik hakkımız korunmalıdır ve siyasi sistem içinde öyle kanallar inşa edilmelidir ki yasalarımız ve adalet sistemi değişen koşullara bağlı olarak evrilebilsin.

Güvenlik

Bugün, insanlar sokakta kendilerini güvende hissetmiyorlar. Sokaklardaki daha fazla gözetim ve daha sıkı güvenlik tedbirleri, sadece daha fazla güvensizlik hissine yol açıyor… Bu durum, sadece tehdit altında olduğumuz için güvenlik namına özel bir ihtiyacın var olduğunu bize hatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bizim bireysel ve toplumsal bilincimizde, denetim mekanizmalarının baskıcı bir devlete teslim edilmesi sonucu, ikinci bir güvensizlik tabakasının oluşmasına sebep oluyor. Günümüzde insanlar mağazalarda satılabilen silahları üzerlerinde neredeyse serbestçe taşıyorlar. Havaalanlarında içine silahların bırakıldığı kutular var ve insanlar silahları bir gün modasının geçeceğini ümit ettiğimiz iğrenç araçlar olarak değil de, birer itibar nesnesi olarak yanlarında taşıyorlar. Oyuncak mağazaları, altı ve üstü yaş grubuna satılan, birebir kopyalanmış askeri araçlar, askerler ve silahların tüm çeşitleriyle dolmuş vaziyette. Askeri harcamalar, bütçemizde hala en yukarıda, ve şimdiye kadar daha fazla silah ve ateş gücü elde etmemiz, sadece komşularımızın da aynısını yapmasına, sonuçta ise güvensizlik hissimize, ve de şu ana kadar özetlediğimiz şekliyle, sanayi girdabına - çevresel yıkım- daha fazla katkı yapıyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Güvenlik için gereken şey, dayanışma ruhuna sahip, birbirlerini bilgilendiren ve şiddet patlak vermeden önce gerekli adımları atarak - ve çoğu zaman şiddeti ortaya çıkmadan önleyerek - birbirlerini koruyup kollayan bireylerden oluşan bir toplum yaratmaktır. Güvenlik için, yoksulla varsılın arasında büyük bir uçurumun olmadığı, tarafsız ve adil bir toplumun yaratılmasına ihtiyaç vardır. Eğitim, bu yazıda da ifade edildiği üzere, herkes tarafından ulaşılabilir olmalıdır. Bütün silah satışları geniş ölçüde sınırlandırılmalı ve tamamen denetim altına alınmalıdır. Eğer böyle bir toplum üzerinde herhangi bir denetim mekanizmasına ihtiyaç varsa, o zaman bu denetim toplumsal paranoya yaratacak şekilde insanlar üzerinde değil, silahlar ve silah üretimi üzerinde olmalıdır.

Çevre ve Doğa Koruma

Bugün, çevre hem bir sektör, hem de geleceğimizi tehdit eden çok ciddi bir mesele. Maalesef, bu sektörde, atık su arıtım tesisleri, bacalara filtre konması, içme suyu arıtma tesisleri, denizden içme suyu elde edilmesi ve rehabilitasyon için toprağa su tutan polimerler konması gibi sağlanan çözümler, nedenin kökenleriyle başa çıkmak yerine sadece semptomları tedavi etmek amacını güdüyor.

Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak, temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Çevrenin ayrı bir sektör olmadığını, aslında bütün sektörler için bir organizasyon prensibi olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Çevre ve doğa koruma sektörünü ortadan kaldırmak için bu yazıda da ifade edilen kamu politikalarını uygulamalıyız. Çevre sektörünün varlığı, sadece hayati bir problemle karşı karşıya olmamızın bir ifadesidir.

Ayağa kalk ve harekete geç!

Gezegen tarihindeki en korkunç biyolojik soykırım halen devam etmekte. Bitki ve hayvan türlerinin soyu, daha önce gezegen tarihinde görülmemiş bir hızda tükeniyor. Ve bizler töhmet altındayız; bunun nedeni bizleriz: ben, sen, onlar, hepimiz. Eğer şimdi harekete geçip, gerekli politika değişikliklerini hayata geçirmezsek, o zaman bizi desteklemesi mümkün olmayan, fakirleşmiş, cansız, sönük bir gezegenle karşı karşıya kalacağız.

Bu zaman, artık tartışmak veya kafa patlatmak için geriye hiçbir zamanın kalmadığı andır. Bu zaman artık birşeyler yapma zamanıdır. İhtiyacımız olan tüm bilgiye sahibiz, ihtiyacımız olan tüm teknolojiye sahibiz,ve insanlar gidip birşeyleri değiştirmek için gerekli olan tüm iyi niyete sahipler.

Ve en inanılmaz olan şu ki, bütün bunlar aslında daha ucuz, bütün bunlar bizi daha bağımsız kılacak, bütün bunlar bizi daha güçlü yapacak, bütün bunlar bizi daha sağlıklı yapacak, insanlara daha mutlu bir hayat ve daha yüksek yaşam standartları sağlayacak… Öyleyse, ne için bekliyoruz?...

Bu liderler nerede?

Dr. Uygar Özesmi'yi internetten takip edin

Facebook sayfası

Blog yazıları

Twitter

Harekete Geçin!

İklim değişikliğinin tehlikeli etkilerini durdurmamiz için bize yardım edebilirsiniz. Türkiye’de yapılacak 47 yeni kömürlü termik santral için internet eylemine katılın. Sesimizi Ankara’ya hepbirlikte duyuralım.

Destek Ver!

Bağımsızlığımızı korumak için hiçbir şirket, devlet ya da politik partiden bağış ya da sponsorluk kabul etmiyor, sadece sizin gibi bireylerin desteği ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Etiketler