Dr. Uygar Özesmi, Genel Direktör, Greenpeace Akdeniz
Dr. Uygar Özesmi, Genel Direktör, Greenpeace Akdeniz
Vakit, Gelecek için Liderlik Vakti
Dr. Uygar Özesmi Yeşil Görünüm'de
Sıradışı zamanlarda bile insanlar sıradan zamanlar yaşadıklarını
düşünürler. Sıradışı bu zamanlarda bir felaket vurduğunda bu
felaketin, kendilerinin yarattığı bir şeyden ziyade kendilerinin
dışında gelişen bir olay olduğunu düşünürler. İkinci Dünya Savaşı
başladığında; bu savaş herkes tarafından uzun zamandır beklenen,
fakat herkes tarafından inkâr edilen bir "sürprizdi". Savaşın
yarattığı kâbus sona erdiğinde, başka bir kâbuslar ortaya çıktı,
farkında olup görmezden geldikleri soykırım kâbusu. Farkına
vardıklarında düşündüler, önlemek için bir sürü 'şey' yapılabilirdi
diye, ama zamanında yapmadılar...
Bugün sokaklarda kendi sıradan hayatlarımızın adımlarını
atarken, içinde yaşadığımız bu zamanlar, yine farkında olmadığımız
veya farkında olmak istemediğimiz sıradışı zamanlar. Şarkılarında,
Greenpeace görüntülerinin çarpıcı gerçekliği ile Tarkan 'Uyan' ve
Melike Demirağ 'Duyun beni' derken bunu söylüyor. Dünyanın Durduğu
Gün filminde 'Klaatu' olarak Keanu Reeves, "Biz dünyayı (senden)
kurtarmaya geldik" derken bunu kastediyor! Ve değişim için çöküşün
kenarında bekliyorsak, Doğa Ana için çok geç olacak.
Bu yüzden uyan, anneni dinle, oturduğun yerden kalk ve bir
şeyler yap. Her zamankinden daha fazla, şimdi herkesin liderliğine
ihtiyaç var. Harekete geçmek ve bir (d)evrim için kamu iradesini
yönlendirmek için her sektörde ve her köşede liderlere ihtiyacımız
var. (D)evrim, ya çok yakında gerçekleşecek ya da geçmişin
kâbusları, bugünün kâbusları yanında solda sıfır kalacak. Gerçek
kâbuslardan geçerek "yaşayacağız". Eğer medeniyet tamamen çökmez
de, uzun ve acılı günlerin ardından, geride bir grup insan kalmayı
başarsa bile, o kalanlar biyolojik çeşitlilik açısından çok fakir,
acınası bir gezegende yaşamak için mücadele edecekler.
Bu olağanüstü zamanlarda ne yapmaya ihtiyacımız var? Bizi
bekleyen kâbuslara karşı ne gibi politikalara ihtiyacımız var? Bu
yazı ülkemizde neye ihtiyaç olduğuna dair bir yol haritasıdır,
ancak metin kolayca diğer bölgelere, ülkelere hatta yerele
uyarlanabilir. Hatta bu yaklaşım mahallemize, tarımla uğraşan bir
köyün idaresine dahi uyarlanabilir. İnsanlık ve Dünyamız, herhangi
bir konuda ve ölçekte size, hepinize gereksinim duyuyor… o zaman,
hadi hep beraber bu (d)evrimi başlatalım ve işe gıda, su ve barınma
ile başlayalım.
Tarım
Bugün bildik ve yaygın tarım, yüksek kimyasal ve mekanik
girdilere bağımlı. Adına 'yeşil' devrim denilen tarımsal yöntem,
yeşilden ve hatta akıl ve mantıktan çok uzak. Bu tarımın bize
verdiği şey, ekosistem özelliğini yitirmiş, bir mineral harabe
haline gelmiş toprak. Öyle bir toprak ki yıpranmış, erozyonla
cılızlaşmış ve makinelerin ağırlığı altında ezilip taş olmuş.
"Yeşil" devrim bize kirlenmiş yeraltı ve yerüstü suları; vitamince
ve besin değerleri açısından fakir, ama şiş tahıl, meyve ve
sebzeler; sağlık ve ekosistem riskleri ile genetiği değiştirilmiş
tohum ve ürünler; kullanılan azotlu gübrelerden gelen ve küresel
ısınmaya neden olan azot oksitler verdi. O azotlu gübreler dünya
elektrik üretiminin yüzde birini kullanıyor ki elektriğin çoğu
kömürlü termik santrallerden geliyor. Kömürlü termik santraller ise
asit yağmuru ve civa kirliliğinin yanısıra başka bir sera gazı olan
karbondioksidi salıyor atmosfere... Tarım makinelerini çalıştıran
dizel yakıtlardan çıkan karbondioksidi de unutmamak gerek. Bu
bildik "yeşil" tarımdan gelen besinlerin enerjisi esasında kapkara
fosil yakıt. Yediğimiz ürünleri yeraltından çıkardığımızın farkında
değiliz. Bugün hâlâ insanlar besin azlığından değil, eşitsiz
dağıtımdan dolayı geceleri aç yatıyor ve hatta ölüyorlar. Depolarda
ise besinler çürüyor. Bugün yediğimiz et, daha çok doğal alanı
tarım arazisine dönüştürüyor. Bu tarım arazilerinde üretilen ürün
bizi besleyeceğine hayvan yemi yapılıyor ve bu hayvanların eti
almaya gücü yetenleri besliyor. Denizlerde yakalanan balık için
tutulan balıktan daha çok, teknelerde mazot yakılıyor. Buna rağmen
aşırı balıkçılıktan dolayı balık stokları ve deniz ekosistemi
çöküyor.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Öncelikle toprağı bir kaynak
olarak değil, gerçekte olduğu gibi bir ekosistem olarak görmek
gerek. Her ekosistemde yapılması gerektiği gibi toprağa tohumu
münavebeli veya karma ekmek; aldığımızı toprağa yerel kompost
olarak geri koymak; kimyasal ilaç ve gübre kullanmamak gerek.
Sadece küçük tarımsal makinalar kullanmalı ve daha çok el emeği ve
alın terine güvenmeli. Tarım alanlarında zaman zaman toprak
dinlendirilmeli, rüzgâr perdeleri, çalılıklar, ve diğer canlılar
için geçebilecekleri doğal, dokunulmamış koridorlar yaratmalı.
Sosyal alanda ise şehirlerde ürünleri yiyenlerle üreten çiftçi
arasında, bağ ve tanışıklık sağlanmalı. Çiftçilerin sağlıklı
şehirler için sağlıklı ekolojik ürünler yetiştirmelerini sağlayacak
politikalar üretilmeli. Besin şehirlerde onlara biçilen fiyattan
çok daha değerli, çiftçiler hak ettiklerini alabilmeli. Yerel
tohum, ürün ve küçük çiftçi aileleri desteklenmeli.
Su
Bugün, suyu asla bitmeyecekmiş gibi israf ediyoruz. Eğer böyle
devam edersek, kaçınılmaz olarak bitecek. Şehirlerimiz büyümeye
devam ederken, susuzluğumuz da artıyor. Bu susuzluğu gidermek
içinse gerçekte suyu komşu ekosistemlerden çalıyoruz, başka
havzaların suyunu şehirlere taşımaya devam ediyoruz. Öte yandan,
suyun gerektiği gibi akmasına izin vermiyor, önüne barajlar inşa
ediyoruz. Bunun sonucunda havza ve sahiller erozyona uğruyor,
taşkın ovaları ve düzlükleri yok oluyor, bitki örtüsü ve onunla
beraber hayvan toplulukları ortadan kalkıyor. Bununla beraber su
havzaları çoraklaşıyor. Barajlardan aldığımız suları tarlalara
salıyoruz, yarı kurak iklimimizde sular buharlaştıkça geriye tuz
kalıyor; tuz toprağı ve verimini öldürüyor.
“
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır.
”
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Şehirlere büyüklü küçüklü
sarnıçlar inşa edin ki gökten, çatı ve caddelere düşen sular bu
sarnıçlara toplansın. Doğanın kendini sürdürebilmesi ve bizim
beslenebilmemiz için ekosistemin ihtiyacı olan su çalınmasın. Bütün
varolan teknolojik çözümleri harekete geçirerek, suyu tasarruf eden
klozetlerden, basınçlı hava karışımlı duş başlıklarına kadar, su
her yerde verimli kullanılsın. Suya bir kaynakmış gibi değil,
gerçekte olduğu değerle, paha biçilmez bir varlık olarak
davranalım. Kullanılmış suyu arıtalım ve şehre geri döndürelim.
Yatırımları su arzını arttırmak için değil, talebi düşürmek için
yapalım. Hiçbir zaman kuyuların kendilerini yenileme
kapasitelerinden daha fazla su çekmeyelim. Yeraltı havzalarından,
göllerden ve nehirlerden çektiğimiz suyu, damla sulama ve benzeri
su tasarrufu sağlayan teknolojilerden yararlanarak
değerlendirelim.
Barınma
Bugün, şehirlerdeki insanlar, yoğunluk ve düzen açısından
plansız şehirlerde inşa edilmiş beton binalarda yaşıyorlar. Zehirli
kimyasal maddelerle donatılmış ve boyanmış, sağlıksız malzemelerden
inşa edilmiş, verimsiz şekilde ısıtılan veya soğutulan, yetersiz
biçimde yalıtılmış evlerde hayatlarını sürdürüyorlar. Trafik
sıkışıklığı olan caddelerde nefes alacak alanları yok ve şehirler
büyürken bizim barınaklarımız hayvanların barınaklarının yerlerini
alıyor. Börtü böcek kuş çalı çiçek nerede büyüsün, doysun,
serpilsin? Onlara yaşayacak yer kalmıyor. Şehirler doğal ortamları
ve tarım arazilerini yutarak kırsal alanlara doğru yayılıyorlar.
Şehirlerden gelen atık sular, yüksek oranda enerji tüketen, kirli
arıtma tesislerinde sözde arıtılıyor ya da doğrudan suya
bırakılıyorlar. Bizler, giderek doğanın istilacılarına dönüşüyoruz.
Farkında olmadığımız şey ise istila ve tahrip ettiğimizin aslında
bizim kendi barınağımız olduğu gerçeği.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Önceden belirlenmiş ve sınırlı
alanlarda organik olarak büyüyecek, iyi planlanmış şehirlere
ihtiyacımız var. Evler büyük ölçüde taş ve ahşaptan oluşan doğal
malzemelerle inşa edilmeli. Demir ve betonu tekrar tekrar
kullanmalı ve diğer tüm inşaat malzemelerini de yeniden
kullanılabilir hale getirmeli. Tüm binaları iyice izole edilmeli ve
yüksek enerji verimliliğine sahip ev araçlarının yanında güneş,
rüzgâr veya jeotermal enerjiyle çalışan jeneratörler kullanılmalı
ki binaların karbondioksit salımı ve enerji tüketimi sıfırlansın,
hatta enerji fazlası oluşsun. Ev araçlarında, okullarda,
hastanelerde ve diğer tüm binalardaki zehirli maddeleri yok
edilsin. Aynı zamanda bütün bu bina ve araçlar sadece enerji
açısından değil, su açısından da verimli olmalı. Suyu işleyerek
tekrar kullanmalı ve atık su miktarını asgari düzeye, hatta
mümkünse sıfıra indirilmeli. Şehir yoğunluğunu sağlıklı bir
seviyeye getirilmeli; eğer ille de yeni alana ihtiyaç varsa, o
zaman yüksek binalar inşa edilmeli. Tarım ya da diğer katma değer
sağlayan üretim biçimleriyle geçimini sağlayabilecek kırsal
alanlardaki insanlar için yüksek ve sürdürülebilir yaşam
standartları sağlayarak nüfus artışının önü alınmalı. Şehirlerdeki
insanların bütün ihtiyaçlarına yürüyerek ulaşabilmelerini sağlamak
için, insanların günlük yaşam gerekleri ile çalışma alanları
bağdaştırılarak mümkün olan en verimli hale getirilmeli. Daha uzun
seyahatler için bisiklet yolları ve de etkin bir toplu taşıma
sistemi yaratılmalı.
Sağlık
Bugün, yaşamlarımızı zehirli bir çevrede sürdürüyoruz; egzoz
dumanlarını teneffüs edip, bağışıklık sistemimize ve hormonlarımıza
zarar veren, tarım ilacı ve benzeri kimyasallarla pompalanmış,
besin değeri düşük, hatta hiç olmayan yiyecekler yiyiyoruz. Hatta
genleriyle oynanmış olduklarının farkında bile olmadığımız bazı
ithal yiyecekleri tüketiyoruz. Yürümüyoruz ya da bisiklete
binmiyoruz; elektronik aletler zehir saçıp, manyetik dalgalar
yayıyorlar, nükleer ve kömür santrallerinden etrafa radyasyon ve
zehirli gazlar saçılıyor. Gürültülü şehirlerde, tehlikeli ve
sürekli tıkanan trafikte insanlar gerilim içinde yaşıyorlar.
İnsanlar hastaneye sağlıkları bozulduğunda giderler… Böyle bir
çevrede insan sağlığının bozulmaması mümkün mü?
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Doğal malzemelerle dolu bir
çevrede yaşamaya ihtiyacımız var. Yerel toplumun desteklediği
ekolojik tarımdan gelen kendi yiyeceklerimizi yemeli ve temiz su
içmeliyiz. Ağartılmamış, kimyasallar tarafından işleme tabi
tutulmamış ve organik liflerden dokunan tekstil malzemeleri
kullanmalı ve giymeli. Yürürken ve bisiklete binerken radyasyondan
arınmış, temiz hava soluyabileceğimiz sessiz çevrelere ihtiyacımız
var. Spor salonlarında çalışmak yerine, işe giderken veya parklarda
egzersiz yapabiliriz. Ekolojik tarımla uğraşan çiftçilerin, eskiden
kullandıkları kimyasalları solumalarına gerek yok. Böyle bir
ortamda kimyevi maddeler olmaz. Ürettikleri süt, inatçı, organik
kirletici maddelerden ve ağır metallerden arınmıştır. Beslenme
düzenimiz büyük ölçüde, bizi daha sağlıklı kılıp, beslediğimiz
hayvanların da daha uzun yaşamasını sağlayacak şekilde
vejetaryendir. Sağlık politikaları koruyucu hekimliğe
odaklanmıştır. İnsanlar doktorlara sadece sağlıklarını
kaybettiklerinde değil, önce sağlıklarını nasıl koruyacaklarını
öğrenmek için giderler.
Eğitim
Günümüzde, büyük şehirlerdeki çocukların otobüs ve minibüslerle
okullarına gitmesi ya da kırsal alandaki çocukların birkaç köy
ilerisine veya hatta yakındaki büyük bir kasabaya seyahat
edebilmesi için, fosil yakıtlar yakılıyor. Bu, onlara içinde
bulundukları tutucu çevrede öğretilen müfredatla son derece uyumlu.
Okulda evrim hala sadece bir 'teori' ve de ekoloji yalnızca bir
bilim dalı. Öğrenciler, gezegenimiz ve onun ihtiyaçları hakkında
neredeyse hiçbir şey bilmeden mezun oluyor. Şu anda sahip olduğumuz
şeyleri yokettiğimizi bilmiyorlar. Kendi çocuklarının gelecekte
eziyet çekmelerini istemedikleri halde, o çocuklar cinsellikleri ve
doğum kontrol metodları hakkında bilgilenmeden mezun oluyorlar.
Eleştirel bir zihniyete sahip olmak için gereken araçları
alamamaları bir yana, üniversitede dahi, seri üretim bandından
çıkmış salça kutuları misali, 'serbest' piyasa ortamına daha fazla
ürün yetiştirmek ve de 'toplum çorbasında' ait olduğu yerde duran,
itaatkar bir malzeme olmak için hazırlanıyorlar.
“
Erk sahiplerinin gözlerinin içine bakan itaatkar oyuncaklar
yerine, sorumluluk alan ve en ufak ayrıntılarda dahi liderlik
gösterebilen önderler yetiştirmeliyiz.
”
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Çocuklarımızın yetişkinlerin
gözetiminde ama kontrolleri dışında dışarı çıkmasına ve
keşfetmelerine izin verelim. Devlet kontrolü altındaki bir
mekanizmanın biçimlendirdiği kitaplar yerine faaliyet yoluyla
öğrenmelerini sağlayalım. Toplumsal davranış biçimlerini, adabı ve
sosyalleşmeyi, onların yetişkinlerle vakit geçirerek öğrenmelerini
sağlayalım. Modası geçmiş varsayımlarımızı, hatta dogmalarımızı
onlara empoze etmek yerine onlara, kendi doğrularını öğrenip
geliştirmelerini sağlayacak yöntemleri sunalım. Onlara doğanın
nasıl işlediğini ve bundan neler öğrenebileceğimizi gösterelim. Bu
gezegenin sadece bize ait olmadığını, Dünya üzerindeki bütün
çeşitliliği içinde, ahlaki varlıklar olarak, hayata nasıl saygı
göstermemiz gerektiğini anlatalım. Bütün bilimlerin düzmece
olduğunu kanıtladığı, fakat bir şekilde yine de toplumun ve
özellikle de iktisat dalının hala temelini oluşturan devri-daim
safsatasını onlara anlatalım. Çeşitli ve şahsi deneyimlerinden yola
çıkan öğrenciler yaratıcı olup toplumu, ona varolması için bir
fırsat tanıyacak şekilde yeniden biçimlendirebilmeli. Erk
sahiplerinin gözlerinin içine bakan itaatkar oyuncaklar yerine,
sorumluluk alan ve en ufak ayrıntılarda dahi liderlik gösterebilen
önderler yetiştirmeliyiz.
Enerji
Bugün, ben ışığı açtığımda, karşımda beliren manzara, yerinden
olmuş insanların düş kırklığı ve gözyaşları, kültürel mirasın ve
verimli vadilerin daha fazla enerji için yapılan barajlar yüzünden
kaybı, linyit ve nükleer santrallerin yaydığı radyasyon sebebiyle,
lösemili çocukların çektiği ızdırap ve onların ailelerinin
umutsuzca bakan yüzleridir. Kömür santralleri, iklim değişikliğinin
temel sebeplerinden bir tanesi olmasının yanı sıra, daha doğmamış
bebeklerde körlük, zeka geriliği ve beyinde hasar gibi birçok
soruna yol açan civa salımına da neden olmaktadır. Ayrıca,
bebeklerin yanı sıra yetişkinler de bu tür tehlikelere, kirlenmiş
süt ve balık yüzünden maruz kalır. Bugün kullandığımız enerjinin
çoğu fosil yakıtlardan gelir, ancak son kertede bu enerji de
güneşten kaynaklanmakta. Milyonlarca yıl önce, büyük bataklıklarda,
eğreltiotları ve ağaçlar vardı. Bu bitkiler, kendi gövdeleri
içindeki karbondioksiti yakalayıp organik maddeye dönüştürmek için
fotosentez yoluyla güneşin enerjisini kullandılar. Karbondioksitin
yakalanmasından sonra, milyonlarca yıllık çökeltilerin altında
gömülü kaldılar ve bu sayede insan topluluklarının içinde
serpilebileceği nispeten dengeli bir iklim rejimi sağladılar. Peki
biz ne yaptık? Toprağın altına ait olanı, karbondioksit salmak
üzere yerin altından çıkarıp yaktık. Kömürü, yuvamızın
sıcaklığından çevre katiline döndüştürdük.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Güneşin enerjisini fosil yakıt
olarak yerin altından değil yukarıdan parlarken alın; güneşin
enerjisini su ve buharda toplayın, fotosellerden elektrik üretip,
enerji üretmek için yoğunlaştırın. Gezegenin kalbinden gelen
jeotermal enerjiyi ve dünya döndükçe esecek olan rüzgarı toplayın.
Arta kalan ihtiyacı gidermek için de, geri dönüştürülmüş bitkisel
yağlar gibi biyokütleleri, sürdürülebilir şekilde idare edilen
enerji ormanlarını ve posa gibi sınai yan ürünleri kullanın. Ve de
verimli olun; aynı su politikalarındaki gibi, teknolojiyi sadece
arz tarafında değil, talep tarafında da değerlendirin.
Sanayi
Bugün, herhangi bir şekilde işlenmemiş veya arıtılmamış
milyonlarca ton zehirli atık üretiyoruz. Bu atıklar, ya sanayi
tesislerinin etrafı çevrili mekanlarına dökülüyor, ya da bir gece
gözlerden ırak bir yerde varillere gömülüyorlar. Bazen denize de
boşaltılıyorlar, ve bunların sadece küçük bir kısmı sahile vuruyor.
Amacı bize daha iyi bir hayat sağlamak için faydalı ürünler üretmek
olan sınai faaliyetlerin ortaya çıkardığı bu zehirli kimyasallar,
en nihayetinde, yine iyileştireceği varsayılan bu hayatı yok
ediyorlar. Daha fazla hammadde için daimi bir açlık içinde kıvranan
bu aynı sanayi, madenler kazıp hayvanların doğal ortamlarını yok
ediyor, zehirliyor, atıklar ve siyanür sızıntılarıyla felaketlere
yol açıyor. Hammaddelerden ürünlere, evlerimize ve çöp alanlarına
kadar, her adımda daha fazla fosil yakıt yakıyor, çevreye daha
fazla zehir bırakıyor ve doğa giderek daha fazla yok oluyor.
“
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Döndürmek ve dönüştürmek, sonra
tekrar döndürüp dönüştürmek doğanın bulduğu basit bir çözüm.
”
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Döndürmek ve dönüştürmek, sonra
tekrar döndürüp dönüştürmek doğanın bulduğu basit bir çözüm. Atık
yok, biriktirme yok. Doğal süreçlerde her yerde döngüler vardır.
Doğada ve bir bütün olarak gezegenin kendisinde de bulunduğu gibi,
sanayi de aynı su, nitrojen, fosfor ve karbon döngülerini
kullanmalı. Üretim sistemlerimiz, güneşe açık olması dışında,
materyali kendi içinde döndüren kapalı sistemlere dayanmalı. Sanayi
kuruluşları, döngüsel maddeleri düzenleyip dönüştürmek için
yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanmalı. Atık ve zehir
kavramları artık karanlık bir geçmişte bırakılmalı. İleride
atıklardan vazgeçilmeli ve sadece başka sanayi kuruluşları için
hammadde teşkil eden yan ürünler kalmalı. Öyle bir sistem yaratalım
ki çöp ya da değersiz bir şey olmasın. Her şeyin, ama kesinlikle
her şeyin, sanayi düzeni içerisinde tekrardan kullanılması veya
geri dönüşüme tabi tutulması lazım. Ayrıca, sanayinin katma değer
eklediği materyallerin doğal ve organik olduğundan, civarımızdaki
doğaya yabancı bileşiklerin salınmadığından emin olmak gerek.
Turizm
Bugün, nam - ı diğer 'bacasız sanayi,' bacalısına oranla en ufak
bir fark arz etmiyor. İnsanlar, çok ucuz tarifelerle uçak
seyahatleri yaparak, yakında iklim değişikliğinden dolayı deniz
seviyelerinin yükselmesiyle birlikte sular altında kalacak olan
dünya üzerindeki son cennetleri ziyaret ediyorlar. Turistleri
taşıyan havayolu şirketleri iklim değişikliğine yol açan sera
gazlarının yüzde üçüne yol açıyor. Dolayısıyla, bütün bunların
bedelini yine çevre, hayatları sekteye uğrayan yerel topluluklar ve
de bu yabancı kitleler için kaynakları tüketilen doğa ödüyor.
Öncelikle yerliler bostanlarını sahillerdeki beş yıldızlı otellere
satıyorlar, ya da bu oteller hükümetlerin kendilerine tahsis
ettikleri ormanları kesip biçiyorlar. Sahilleri koruyan bu
ormanlar, eğer otel olmaktan kaçabilirlerse, golf sahası ya da
villa oluyorlar. Sonra, daha yukarıdaki ormanlar tarım amacıyla
'temizleniyor.' Elbette ki söz konusu olan organik tarım değil,
etraflarından yalıtılmış bu otellerdeki yabancı kitleleri beslemek
için yüksek girdili yani bol kimyasallı yoğun tarım yapılıyor. Bir
yanda yerliler otellerde ter dökerlerken, sıkı pazarlıklar sonucu
alınan kilim, halı ya da elişi gibi bir takım hediyelik eşyaların -
ki bazıları Çin menşeilidir - el değiştirmesi hariç herhangi bir
kültür alışverişi de söz konusu olmuyor.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Kitle turizmi tamamen terk
edilmeli ve sadece az sayıda insanın doğadaki alış veriş dengesini
gözeterek dolaşımını ve gittiği yere uyumunu esas alan eko turizm
desteklenmelidir. Konuklar, dünya ve bölge barışı için gerçek bir
kültür alışverişine ihtiyaç duymaktadır. Kültürlerarası iletişim
ile çözümlerin ve deneyimlerin paylaşımı hem ülkelerde hem de
bölgelerde yeniliklere yol açar. Konuklar, ziyaret ettikleri bölge
üzerinde fazladan ekolojik izlere veya kültürel yozlaşmaya neden
olmamalı, yerel geleneklere saygı gösterilmeli. Belirli bir ortamda
bu tür bir ilişkiyi sağlayacak kurallar ve ekolojik tesislerin
varlığı sadece gerekli.
Ulaşım
Bugün, herkes hareketlilik ihtiyacı içinde; bazı insanlar kendi
şehirlerinde kendilerini daha rahat hissetmek için önce dünyanın
büyük şehirlerini görme ihtiyacı hissediyorlar. İş ve yüz yüze
iletişim ihtiyacı, bizi her gün sadece evden işe değil ayrıca
ülkeler ve kıtalar arası seyahate de zorluyor. Hava yolcuğu, şahsi
karbon izinde önde gelen faktörlerden biri. Hava yolları, iklim
değişikliğine yol açan gazların üçte birinden sorumlu. Diğer ulaşım
biçimleri ise altı kez daha fazla sera gazına yol açıyor. Bireyci
ve yalıtılmış hayatlarımızda, insanların önemli bir kısmı bir
yerden diğerine gitmek için saatlerce araba direksiyonlarının
başında oturuyor, kitleler istiflenmiş sardalyalar misali toplu
taşıma araçlarının içinde tıklım tıklım duruyor, aynı trafikte
arabalarla birlikte takılıp kalıyorlar. Ne kadar fazla yol inşa
edilirse, o yolları doldurup taşırmak için o kadar daha fazla acele
ediyoruz. Kamu haklarının özel haklara tabi kılınması bir yana,
şehirlerimiz, insanların hayatlarını kazanmaları için daha fazla
seyahat etmelerine neden olan, farklı işlevlerin birbirinden
nisbeten uzak yerlerde konumlandığı ve dolayısıyla insanların yolda
daha fazla vakit harcamasına yol açan bir şekilde, toplumsal
ayrımcılığı ve varoşların yaratılmasını daha fazla körükleyen bir
biçimde inşa ediliyor. Gezegenimizi sadece itaatkâr insanlarla
değil, aynı zamanda kocaman gemiler, tren yolları ve kamyonlar
aracılığıyla dünyayı dolaşan malzemelerle de mahvediyoruz. Ağrı
Dağı'nın eteklerindeki bir köyde, küçük Hatice'nin oynadığı bebek
Çin'den gelme. Bebeğin üretildiği plastik, Arabistan Yarımadası'nda
çıkartılan petrolden yapılmış. Yarın, Hatice, bebeğinden soluduğu
bromine asteş önleyici yüzünden Erzurum'a doktora gitme ihtiyacı
duyacak, ve ABD'den gelecek ilaçlarla tedavi olacak.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Yaşadığınız yerde yetişen
yiyecekleri ve sadece mevsimlik meyve ve sebzeleri yemeli. Kış için
yiyecekleri saklamalı ve depolamalı. Doğal ve yerel malzemelerden
inşa etmeli ve yerel olarak imal edilmiş malları kullanmalı.
Malların ve malzemelerin taşınma oranlarını asgari düzeye
indirgemeli. Seyahat eden matah, matah olmaktan çıkar. Uzak
mekanlara tartışma ve buluşma için gitmek yerine İnternet'i
kullanalım. Tabiatı kesen, yok eden ve yalıtan yollar için vahşi
hayat geçitleri yapalım. Bütün ulaşım vasıtalarını, hatta
bisikletleri dahi, rahat, ihtiyaç temelinde ve herkesin kullanımına
açık olacak biçimde kamulaştırmalı. Yürüyüş ve bisikletten daha
farklı seyahat ihtiyaçlarını asgari düzeye indirgeyen şehirler ve
yaşam alanları tasarlamalı.
İletişim
Bugün, iletişim çağında iletişimsizliği yaşıyoruz. İnsanlar,
işten eve yorgun argın geliyorlar; muhtemelen yol trafiğinin kölesi
olma durumunda kaldıklarından kendilerini daha da yorgun
hissediyorlar, ve eve vardıklarında öylesine bitap düşmüş oluyorlar
ki oturup televizyondan, bir daha ki sefere, eve daha bitkin bir
şekilde gelmeleri için daha fazla neyi tüketmeleri gerektiğini
dinliyorlar. Reklamlara bağlı medya, sürekli olarak bizim için en
iyi şeyin ne olduğunu bize anlatıyor. Reklam endüstrisi istekler
aracılığıyla çalışıyor, kadınları nesneleştirip, ihtiyaçlardan ve
kaliteden kaçınıyor. Tüm endüstri ve ajanslar, dayanıklılık ve
kalite yerine çabucak harcanan, modaya dayalı kavramlara bağlı
olarak çalışıyorlar.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın tecrübelerini de hesaba
katarak, temelde atalarımızın yaptıklarını yapmaktır. Medyadaki tüm
reklamlar, katı bir şekilde sınırlanmalı ve düzenlemeye tabi
tutulmalı. Ürünler; ihtiyaçlara, kaliteye ve çevresel etkilere
dayalı bir şekilde satılmalı. Tehlikeli malzemelerin,
uyuşturucuların ve silahların satımında olduğu gibi, çevresel
zarara yol açan 'malların' satışı yüksek oranda sınırlandırılmalı.
Medya, reklam endüstrisinden bağımsızlaştırılmalı ve daha fazla
topluma ve seyirciye dayalı olmalı. Medya iş sahibi başka sektörden
para kazananlardan arındırılıp işi sadece medya olanlar tarafından
yürütülmeli. Böylece medya, ticaret ve iktidar çıkarlarından
soyutlanıp, aydınlarla diyalog içinde, okuyucular ve seyirciler
tarafından yönlendirilmeli.
Adalet
Bugün, mahkemeler sıkışık ve yavaş. Geç gelen adalet adalet
değildir. Zehirli madenleri ve enerji santrallerinin kapatılmasına
yönelik mahkeme kararları ya takip edilmiyor ya da bakanlar kurulu
tarafından geçersiz kılınıyor. Doğa ve çevre konularına ilişkin
yasama yetersiz ve var olan yasalar da sıkı bir şekilde takip
edilmiyorlar. Çoğu vakada vatandaşlar, çevresel adaletsizliğe
bireysel olarak itiraz edip iddianame sunma hakkına sahip değil.
Çevreye, ve de dolayısıyla insanlığa karşı işlenen suçlar, fark
edilmiyor ve cezasız kalıyorlar…
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Yasalar, çevreye zehirli
maddelerin saçılmasına, bir türün yok oluşuna, ve de sadece
insanlara değil, ayrıca hâkimlerin önünde söz hakkı olmayan,
dünyamızı paylaştığımız diğer varlıklara karşı işlenen suçlara da
katkıda bulunanlara karşı iddianame sunma hakkı tanımalıdır. Adalet
sistemi; etkili ve hızlı olmalı, sahadaki politik güçlerden
bağımsız olarak karar alabilmelidir. Yargı bağımsızlığı esastır.
Vicdanlarımıza karşı işlenen eylemler karşısında sivil itaatsizlik
hakkımız korunmalıdır ve siyasi sistem içinde öyle kanallar inşa
edilmelidir ki yasalarımız ve adalet sistemi değişen koşullara
bağlı olarak evrilebilsin.
Güvenlik
Bugün, insanlar sokakta kendilerini güvende hissetmiyorlar.
Sokaklardaki daha fazla gözetim ve daha sıkı güvenlik tedbirleri,
sadece daha fazla güvensizlik hissine yol açıyor… Bu durum, sadece
tehdit altında olduğumuz için güvenlik namına özel bir ihtiyacın
var olduğunu bize hatırlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bizim
bireysel ve toplumsal bilincimizde, denetim mekanizmalarının
baskıcı bir devlete teslim edilmesi sonucu, ikinci bir güvensizlik
tabakasının oluşmasına sebep oluyor. Günümüzde insanlar mağazalarda
satılabilen silahları üzerlerinde neredeyse serbestçe taşıyorlar.
Havaalanlarında içine silahların bırakıldığı kutular var ve
insanlar silahları bir gün modasının geçeceğini ümit ettiğimiz
iğrenç araçlar olarak değil de, birer itibar nesnesi olarak
yanlarında taşıyorlar. Oyuncak mağazaları, altı ve üstü yaş grubuna
satılan, birebir kopyalanmış askeri araçlar, askerler ve silahların
tüm çeşitleriyle dolmuş vaziyette. Askeri harcamalar, bütçemizde
hala en yukarıda, ve şimdiye kadar daha fazla silah ve ateş gücü
elde etmemiz, sadece komşularımızın da aynısını yapmasına, sonuçta
ise güvensizlik hissimize, ve de şu ana kadar özetlediğimiz
şekliyle, sanayi girdabına - çevresel yıkım- daha fazla katkı
yapıyor.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Güvenlik için gereken şey,
dayanışma ruhuna sahip, birbirlerini bilgilendiren ve şiddet patlak
vermeden önce gerekli adımları atarak - ve çoğu zaman şiddeti
ortaya çıkmadan önleyerek - birbirlerini koruyup kollayan
bireylerden oluşan bir toplum yaratmaktır. Güvenlik için, yoksulla
varsılın arasında büyük bir uçurumun olmadığı, tarafsız ve adil bir
toplumun yaratılmasına ihtiyaç vardır. Eğitim, bu yazıda da ifade
edildiği üzere, herkes tarafından ulaşılabilir olmalıdır. Bütün
silah satışları geniş ölçüde sınırlandırılmalı ve tamamen denetim
altına alınmalıdır. Eğer böyle bir toplum üzerinde herhangi bir
denetim mekanizmasına ihtiyaç varsa, o zaman bu denetim toplumsal
paranoya yaratacak şekilde insanlar üzerinde değil, silahlar ve
silah üretimi üzerinde olmalıdır.
Çevre ve Doğa Koruma
Bugün, çevre hem bir sektör, hem de geleceğimizi tehdit eden çok
ciddi bir mesele. Maalesef, bu sektörde, atık su arıtım tesisleri,
bacalara filtre konması, içme suyu arıtma tesisleri, denizden içme
suyu elde edilmesi ve rehabilitasyon için toprağa su tutan
polimerler konması gibi sağlanan çözümler, nedenin kökenleriyle
başa çıkmak yerine sadece semptomları tedavi etmek amacını
güdüyor.
Şu an yapmamız gereken, son 50 yılın bilgeliğini de katarak,
temelde atalarımızın yaptıklarıdır. Çevrenin ayrı bir sektör
olmadığını, aslında bütün sektörler için bir organizasyon prensibi
olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Çevre ve doğa koruma sektörünü
ortadan kaldırmak için bu yazıda da ifade edilen kamu
politikalarını uygulamalıyız. Çevre sektörünün varlığı, sadece
hayati bir problemle karşı karşıya olmamızın bir ifadesidir.
Ayağa kalk ve harekete geç!
Gezegen tarihindeki en korkunç biyolojik soykırım halen devam
etmekte. Bitki ve hayvan türlerinin soyu, daha önce gezegen
tarihinde görülmemiş bir hızda tükeniyor. Ve bizler töhmet
altındayız; bunun nedeni bizleriz: ben, sen, onlar, hepimiz. Eğer
şimdi harekete geçip, gerekli politika değişikliklerini hayata
geçirmezsek, o zaman bizi desteklemesi mümkün olmayan, fakirleşmiş,
cansız, sönük bir gezegenle karşı karşıya kalacağız.
Bu zaman, artık tartışmak veya kafa patlatmak için geriye hiçbir
zamanın kalmadığı andır. Bu zaman artık birşeyler yapma zamanıdır.
İhtiyacımız olan tüm bilgiye sahibiz, ihtiyacımız olan tüm
teknolojiye sahibiz,ve insanlar gidip birşeyleri değiştirmek için
gerekli olan tüm iyi niyete sahipler.
Ve en inanılmaz olan şu ki, bütün bunlar aslında daha ucuz,
bütün bunlar bizi daha bağımsız kılacak, bütün bunlar bizi daha
güçlü yapacak, bütün bunlar bizi daha sağlıklı yapacak, insanlara
daha mutlu bir hayat ve daha yüksek yaşam standartları sağlayacak…
Öyleyse, ne için bekliyoruz?...
Bu liderler nerede?
Dr. Uygar Özesmi'yi internetten takip edin
Facebook
sayfası
Blog yazıları
Twitter
Harekete Geçin!
İklim değişikliğinin tehlikeli etkilerini durdurmamiz için bize yardım edebilirsiniz. Türkiye’de yapılacak 47 yeni kömürlü termik santral için internet eylemine katılın. Sesimizi Ankara’ya hepbirlikte duyuralım.
Destek Ver!
Bağımsızlığımızı korumak için hiçbir şirket, devlet ya da politik partiden bağış ya da sponsorluk kabul etmiyor, sadece sizin gibi bireylerin desteği ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz.