Nükleer Yasa Tasarısı hakkında Greenpeace Görüşü ve Bilgilendirme Dosyası

Basın bülteni - 7 Kasım, 2007
Nükleer yasa yeniden meclis gündemine taşınırken Greenpeace çağrısını tekrarlıyor: “Türkiye, nükleer enerjiye yatırım yapılırsa karanlıkta kalacak.”

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı “Nükleer enerjiye yatırılan her kuruş, Türkiye’de yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine dayanan bir gelecek umudunu karartmaktır. Bu hatalı karar alınmadan tüm milletvekillerini yeniden sağduyuya çağırıyoruz” dedi.

Nükleer enerjiyle ilgili göz ardı edilmemesi gereken gerçekler:

Dünyada nükleer enerjiye yönelik talep düşüyor:

Şu anda dünyada yapım aşamasında yalnızca 22 reaktör bulunuyor. Bunların çoğu (17) Asya’da yapılmakta. 22 reaktörden 16’sı ya Çin ya Hindistan ya da Rus teknolojisi ve bu teknolojilerin hiçbirinin OECD ülkelerine ithalatı beklenmiyor. Bu arada Almanya, İsveç, İspanya gibi ülkeler nükleer enerjiyi devre dışı bırakacaklarını açıklarken ABD’de son 30 yıl içinde tek bir reaktör siparişi bile verilmedi. Yapım aşamasındaki 22 reaktörden 5’inin ise inşaatı 20 yıldan uzun bir süre önce başladı. Bu da reaktörlerin zamanında ve öngörülen maliyetlerle tamamlanacağına yönelik iddialara kuşkuyla yaklaşılmasına neden oluyor. Bunun dışında inşasına başlanmış ve yapımları askıya alınmış 14 reaktör bulunuyor. Askıya alınan reaktörlerin 10’u Orta ve Doğu Avrupa’da.

Finlandiya’da inşa edilen Olkiluoto reaktörü hepimize ders olmalı:

Avrupa’da son yirmi yıl içinde sipariş verilmiş tek reaktör olan Olkiluoto3, Türkiye’deki politikacılara önemli bir ders olmalı. Zira, yeni bir reaktör yapımının ekonomik anlamda ne kadar kötü bir tercih olduğunua iyi bir örnek. Güvenlik endişeleri nedeniyle Olkiluoto3’ün inşaa süresinin giderek daha da uzaması, öngörülen maliyetlerin fazlasıyla aşılması ve şu anda AB tarafından yasal soruşturma altında bulunan gizli devlet sübvansiyonları gibi sorunlar nükleer endüstrinin karşı karşıya bulunduğu büyük ekonomik çıkmazları açıkça ortaya koyuyor. Aralık 2006’da reaktörü inşa eden Fransız Areva firması, reaktörün programın 18 ay gerisinde olduğunu ve bütçenin en az 700 milyon Euro üzerine çıkılacağını açıkladı.

Piyasa ekonomisi nükleer enerjiyi oyun dışı bırakıyor:

Enerji piyasasının devlet tekeli tarafından yürütüldüğü dönemde nükleer yatırımların ekonomik risklerini yurttaşlar ve devlet üstleniyordu. Enerji piyasalarının özelleştirilmesiyle, risk santral yapımcılarına devredildi. Avrupa Birliği’nde ve ABD’de 50 yıllık bir tarihi olduğu ve artık ekonomik olarak olgunlaşmış olduğu varsayıldığı için nükleer enerjiye doğrudan devlet teşviki verilmiyor. Bu nedenle yatırımcılar; bankalar, hissedarlar ve kredi değerlendirme ajanslarına bağlıdır. Bu organizasyonlar her türlü santral yatırımını riskli görüyorlar. Bu nedenle, nükleer enerjinin yatırım maliyetleri rekabet edemeyecek seviyelerde artmaktadır.

Sonuç olarak, tüketiciler yeni bir santral inşasının ekonomik risklerini sırtlanmadığı zaman, zaten rekabet edemeyecek düzeyde düşük güvenirliliği ve yüksek fiyatı olan ve ciddi maliyet aşımı riski bulunan nükleer enerjinin rekabetçi bir piyasada hiçbir şansı kalmıyor. Örneğin, sabit fiyat sözleşmesi ile inşa edilen Olkiluoto projesinde Finlandiya’nın satın alıcı olarak aldığı risk azaltılıyor ve risk Areva tarafından yükleniliyor (Bu nedenle, Fransa’nın gizli sübvansiyonları şu anda AB tarafından soruşturma altında). Türkiye’de ise maalesef, yeni nükleer yasa tasarısı fiyat sınırlaması getirmeden elektriğe 15 yıl boyunca alım garantisi verdiği ve devletin de ortak olmasına olanak tanıdığı için, risk nükleer santrali yapan firmaya değil, tüketiciye ve devlete yükleniyor. Kısacası, enerji üretimini hızla özelleştiren Türkiye’de politik ihtiras uğruna nükleer enerjinin yüksek maliyetleri, vergi veren yurttaşların ve elektrik kullanan son tüketicinin sırtına yükleniyor.

Ayrıca yasada, santralin sökümünden şirket kilovatsaat başına sadece 0,15 dolar/cent olarak sorumlu tutuluyor. Oysa Kanada Enerji Araştırma Enstitüsü’ne göre santralin sökümü kilovatsaat başına 0,45 euro/cent’e maloluyor. (3) Bu da demektir ki, santralin sökümü için oluşturulacak fon kesinlikle yeterli olmayacak ve geri kalan masraflar eninde sonunda hazine tarafından karşılanacak (Yasada yüzde 25’e kadar hazine sorumluluğu zaten kabul ediliyor). Bu durum her seferinde piyasa ekonomisinin faydalarını savunan bir hükümetin çelişkilerini ortaya çıkarıyor. Hükümetin enerji üretim seçenekleri arasında ekonomik olarak en risklisi ve güvenlik açısından en kötüsü olan nükleer enerjiyi haklı çıkarmak için geriye tek bir seçeneği kalıyor: “Karanlıkta kalacağız” diyerek felaket tellallığı yapmak ve halkı pahalı elektrik satın almaya zorlamak ve karşılığında santral yapımcılarını korumak.

Enerji (D)evrimi: yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği doğru politikalar üretildiği sürece çok daha ucuz ve güvenli bir seçenek(2)

Nükleer yasa tasarısı da açıkça gösteriyor ki, nükleer enerjiye yatırım yapmak; enerji talebine karşılık vermenin en ucuz yolu olan enerji verimliliği ve tasarrufu politikalarını gözden çıkarmak anlamına da geliyor. Zira Türkiye’deki enerji verimliliği potansiyeli onlarca büyük ölçekli nükleer santrali önleyebilir büyüklükte. Örneğin sadece iletim hatlarının (elektrik şebekesinin) rehabilite edilmesi Türkiye’de üretilen elektriğin en az %10’unun kazanımı anlamına geliyor(1). Oysa planlanan 5000MW’lık nükleer enerjinin 2020 yılında elektik üretimi içindeki payı sadece %4 olacak. Elbette enerji verimliliği elektrik şebekelerinin rehabilitasyonundan çok daha geniş bir alanı kapsıyor. Nükleer enerjinin merkezi bir üretim biçimi olması da verimsiz bir teknoloji olmasına neden oluyor. Nükleer enerji ile elde edilen enerjinin %61.5’i ısı enerjisi olarak kaybediliyor. Oysa daha küçük ölçekli inşa edilecek kojenerasyon veya “birleşik ısı ve elektirik” santrallerinde bu kaybedilen ısı enerjisini kullanmak mümkün. Enerji üretimi tüketime yaklaştırıldığı için iletim kayıpları da neredeyse sıfıra indiriliyor. Rusya ve İran’dan yüksek fiyatlarla alınan doğalgaz sadece ısı veya sadece elektrik üretiminde kullanmak yerine birleşik sistemlerde kullanılsaydı Türkiye’nin ekonomik kazancı çok daha yüksek olacaktı. Enerji Bakanlığı’nın enerji verimliliğine hiçbir olanak tanınmayan senaryo çalışmalarına göre Türkiye’nin 2020 yılı elektrik enerjisi ihtiyacı yıllık 500 TWs’e yükselecek. Türkiye’de güvenli ve temiz yenilenebilir enerjilerden ekonomik elektrik elde etme potansiyeli ise 541 TWs.

Türkiye’de yenilenebilir elektriğin teknik ve ekonomik potansiyelleri

 

Kaynak

Teknik

TWs/yıl

Ekonomik

TWs/yıl

Küçük Hidro

216.0

122.0

Jeotermal

n.a.

150.0

Biokütle

n.a.

55.0

Isıl güneş enerjisi

405.0

131.0

Rüzgar

200.0

55.0

PV (fotovoltaik)

n.a.

28.6

TOPLAM

n.a.

541.6

 

Kaynak : DLR’nin hazırladığı Med-CSP Raporu’ndan alınmıştır. (2005)

(1) Uluslararası Enerji Ajansı’na göre Türkiye’de şebeke kayıpları %15 civarında Bkz.  http://www.iea.org/Textbase/stats/electricitydata.asp?COUNTRY_CODE=TR

(2) Daha fazla bilgi ve maliyet karşılaştırması için Bkz. Greenpeace ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi tarafından hazırlanan Enerji (D)evrimi Raporu: http://www.greenpeace.org/turkey/press/reports/enerji-devrimi-raporu

 

 

VVPR info:

Greenpeace Akdeniz Enerji ve İklim Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı, 0 555 484 84 50

Greenpeace Akdeniz İletişim Sorumlusu Yeşim Aslan, 0 532 324 32 04

Notes:

(1) Hemen büyük adımlar atılmalı (%59), Gelecek yıllarda ılımlı adımlar atılmalı (%19), Adım atılmamalı (%11)
(2) Büyük ve artan düzeyde salımları olan daha az gelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelerle birlikte iklimi değiştiren gazları sınırlamalılar (%41), Sınırlamamalılar (%23)
(3) August 2004: ‘Levelised Unit Electricity Cost Comparison of Alternative Technologies for Base load Generation in Ontario’ Canadian Energy Research Institute: Prepared for the Canadian
Nuclear Association