Meksika'nın Cancun kentinde düzenlenen DTÖ toplantısı, her yerde olduğu gibi, burada da DTÖ karşıtı gösterilere sahne olmuştu.
On yıl önce, 1 Ocak günü, Dünya Ticaret Örgütü, Cenevre Gölü'nün
kenarında bir binada 'çevreyi korumak' ve 'dünyanın kaynaklarının
sürdürülebilir kalkınma amaçları doğrultusunda optimal kullanımı'nı
sağlamak amacıyla kurulmuştu. Geçtiğimiz on yıl, bu sözlerin kâğıt
gibi buruşturulup atılmasına yetti de arttı. Kalkınmanın her şeyle
ilgisi olabilir, ama sürdürülebilirlikle, hayır. Özellikle DTÖ'nün
reçetesine uyup aşırı liberalleşen ülkelerde, varsıllar daha da
varsıllaşırken, yoksullar iyice yoksullaştı.
Ülkeler daha fazla ticaret için rekabet ediyor, üretim artıyor
ve doğal kaynakların hesapsızca kullanımı dorukta. Küresel petrol
tüketiminin beşte biri yalnızca malların dünyada dolaşabilmesi için
yapılırken, küresel ticaretin üçte biri, benzer ürünler için
yapılıyor. Kaliforniya elmaları Avrupa'ya ihraç edilirken, Yeni
Zelanda elmaları, Kaliforniya'nın yolunu tutuyor.
2000 yılında, kimse DTÖ'nün beşinci yılını kutlamıyordu. Bir
Birleşmiş Milletler programı, örgütü 'gelişmekte olan ülkeler için
bir karabasan' olarak tanımlıyor, örgütün dayatmalarının çevreye
verdiği zararlar ise özellikle yunus ve tonbalığı ticaret
savaşlarıyla birlikte su yüzüne çıkıyordu. Zaten Seattle'daki
gösterilerle birlikte, DTÖ'nün adil olmayan politikalarına karşı
muhalefet ayyuka çıkmıştı.
Ancak şimdi işler farklı. En azından DTÖ öyle söylüyor. Örgütün
onuncu yılı, tabii ki işlerin yolunda gittiğini söylemek için iyi
bir bahane yaratıyor. Çevre örgütün gündeminde daha önemli bir yer
almış, kalkınma ise 'Doha Kalkınma Görüşmeleri'ne adını vermiş
durumda, daha ne olsun ki! Evet, DTÖ çevre hakkında söz etmeye
başladı. Ancak bu tartışmalar bir arpa boyu yol alabilmiş değil.
Geçtiğimiz Temmuz ayı Cenevre'de varılan "Biz en iyisi görüşmelere
devam edelim." mutabakat/fiyasko karışımı sonuçta bile çevrenin
esamesi okunmuyordu. Gezegenin durumu gitgide kötüye giderken, DTÖ
diplomatları hâlâ Birleşmiş Milletler Çevre Programı yetkililerinin
toplantılarına katılıp katılmaması gerektiğini tartışıyor.
Bir tehdit aracı olarak DTÖ
Örgüt, çevreyi korumak için çoktaraflı çevre anlaşmalarından dem
vuradursun, tartışmalar o kadar dar bir kapsamda yapılıyor ki;
çevre için buradan gerçek bir kazanım beklemek hayalcilik olur.
Geçtiğimiz üç yıl içinde, daha tartışma usulleri konusunda dahi bir
anlaşmaya varılabilmiş değil.
Bu arada, DTÖ, kamusal yarar gözeten politikaları baltalamaya
devam ediyor. İlerici çevre politikaları, 'DTÖ ilkeleri ile uyumlu
olmadıkları' gerekçesiyle saldırıya uğruyor. Örneğin ABD, Arjantin
ve Kanada'nın Genleriyle Oynanmış (GO) Organizmalar konusunda
Avrupa Birliği'ne karşı yürüttükleri savaş, Birleşmiş Milletler
bünyesindeki, geçtiğimiz yıl içinde hayata geçen Biyogüvenlik
Protokolü'ne aykırı. Cartagena Protokolü olarak da bilinen
sözkonusu uluslararası bağlayıcı anlaşma, ulusal yönetimlere, kamu
sağlığı gerekçesiyle GO organizmaların ithalatını yasaklama iznini
veriyor. Ancak buna rağmen ABD AB'ye saldırıyor: "Protokol'ün size
verdiği hakkı kullanmayı düşünmeyin bile, yoksa DTÖ'de bunun
bedelini fena ödersiniz." Bu, su yüzüne çıkmış kavgalardan biri.
Bir de bu ve buna benzer tehditlerden dolayı yaşama hiç
geçirilemeyen ulusal kamu ve çevre sağlığı politikalarını düşünmek,
insanı huzursuz ediyor.
DTÖ'nün çevre konusundaki samimiyetsizliği, kendini en çok
'tedbirlilik ilkesi' olarak bilinen ilkenin reddi konusunda ortaya
çıkarıyor. Sözkonusu ilke, bilimsel belirsizliğin olduğu
koşullarda, ülkelere çevreyi koruma için harekete geçme yetkisini
veriyor. Örneğin yeni bir buluşun, yeni bir ürünün, yeni bir
teknolojinin çevreye ve insan sağlığına etkisi bilimsel kesinlik
kazanmadıysa, hükümetler, bu yeniliklere karşı tedbirlilik ülkesi
uyarınca önlem alma hakkına sahip. Ancak ülkeler, bu hakkı
kullanmaya çalıştıkları zaman, Dünya Ticaret Örgütü ile başlarının
belaya girebileceği konusunda 'kulakları çekiliyor'. Örneğin Avrupa
Birliği'nin bugünlerde tartıştığı, kimyasal maddelerin kullanımının
düzene sokulması ve zararlı olanlarının varolan zararsız
alternatifler ile değiştirilmesi, ABD ve endüstri tarafından 'DTÖ
ilkelerine uyumsuz' olduğu gerekçesiyle saldırı altında.
Kalkınma konusunda manzara daha iyi değil. Dünyada 1 milyar 100
milyon insan, günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor. Evet,
2004'te Hindistan ve Brezilya, 'güçlüler kulübü'ne katıldı; ancak
dünyanın kalanı DTÖ'nün karar alma sürecinin dışında ve sürmekte
olan ticaret görüşmeleri, gelişmiş olan ülkelerin çıkarına. Zengin
ülkeler, ihracat sübvansiyonlarını kaldıracaklarına dair verdikleri
yarım yamalak sözlerle, kerestecilik ve balıkçılık gibi çevre
duyarlılığı yüksek ürün ve hizmetler hakkında daha fazla ayrıcalık
koparıyor.
Dünya Ticaret Örgütü, geçtiğimiz on yıl içinde sürdürülebilir
kalkınma amacını gerçekleştirmek için en ufak bir girişimde
bulunmadı. Ticaretin liberalleştirilmesi daha fazla ticarete yol
açtı, ancak sözkonusu olan, adil bir ticaret değil. Bugünlerde
'çevre' sözcüğünü daha sık ağzına almaya başlayan örgüt,
tedbirlilik ilkesi gibi çevreyi gözeten ilkeler karşısına
çıktığında öfkeden köpürüyor.
Küresel ticaret düzeninin böyle yürümeyeceği, geçtiğimiz on yıl
içinde defalarca kanıtlandı.Eylül ayında New York'ta düzenlenecek
olan Binyıl Kalkınma Zirvesi, dünya liderlerine yeni bir yön
belirleme olanağı sunuyor. Devletler, DTÖ'nün öngördüğü ticari
liberalleşmenin yol açtığı toplumsal ve çevresel tahribatı dürüstçe
masaya yatırmalılar. Ve tabii ki sürdürülebilir kalkınma ve çevre,
yeni bir ticaret sisteminin kalbinde olmalı, süslü giriş
cümlelerinde değil.