'Mutlu Yıllar' DTÖ

Greenpeace Uluslararası Ticaret Siyaset Danışmanı Daniel Mittler'in 10 Ocak 2005'te Birgün gazetesinde yayımlanan yazısı

Haber - 9 Ocak, 2005
Kalkınmanın her şeyle ilgisi olabilir, ama sürdürülebilirlikle, hayır. Özellikle DTÖ'nün reçetesine uyup aşırı liberalleşen ülkelerde, varsıllar daha da varsıllaşırken, yoksullar iyice yoksullaştı.

Meksika'nın Cancun kentinde düzenlenen DTÖ toplantısı, her yerde olduğu gibi, burada da DTÖ karşıtı gösterilere sahne olmuştu.

On yıl önce, 1 Ocak günü, Dünya Ticaret Örgütü, Cenevre Gölü'nün kenarında bir binada 'çevreyi korumak' ve 'dünyanın kaynaklarının sürdürülebilir kalkınma amaçları doğrultusunda optimal kullanımı'nı sağlamak amacıyla kurulmuştu. Geçtiğimiz on yıl, bu sözlerin kâğıt gibi buruşturulup atılmasına yetti de arttı. Kalkınmanın her şeyle ilgisi olabilir, ama sürdürülebilirlikle, hayır. Özellikle DTÖ'nün reçetesine uyup aşırı liberalleşen ülkelerde, varsıllar daha da varsıllaşırken, yoksullar iyice yoksullaştı.

Ülkeler daha fazla ticaret için rekabet ediyor, üretim artıyor ve doğal kaynakların hesapsızca kullanımı dorukta. Küresel petrol tüketiminin beşte biri yalnızca malların dünyada dolaşabilmesi için yapılırken, küresel ticaretin üçte biri, benzer ürünler için yapılıyor. Kaliforniya elmaları Avrupa'ya ihraç edilirken, Yeni Zelanda elmaları, Kaliforniya'nın yolunu tutuyor.

2000 yılında, kimse DTÖ'nün beşinci yılını kutlamıyordu. Bir Birleşmiş Milletler programı, örgütü 'gelişmekte olan ülkeler için bir karabasan' olarak tanımlıyor, örgütün dayatmalarının çevreye verdiği zararlar ise özellikle yunus ve tonbalığı ticaret savaşlarıyla birlikte su yüzüne çıkıyordu. Zaten Seattle'daki gösterilerle birlikte, DTÖ'nün adil olmayan politikalarına karşı muhalefet ayyuka çıkmıştı.

Ancak şimdi işler farklı. En azından DTÖ öyle söylüyor. Örgütün onuncu yılı, tabii ki işlerin yolunda gittiğini söylemek için iyi bir bahane yaratıyor. Çevre örgütün gündeminde daha önemli bir yer almış, kalkınma ise 'Doha Kalkınma Görüşmeleri'ne adını vermiş durumda, daha ne olsun ki! Evet, DTÖ çevre hakkında söz etmeye başladı. Ancak bu tartışmalar bir arpa boyu yol alabilmiş değil. Geçtiğimiz Temmuz ayı Cenevre'de varılan "Biz en iyisi görüşmelere devam edelim." mutabakat/fiyasko karışımı sonuçta bile çevrenin esamesi okunmuyordu. Gezegenin durumu gitgide kötüye giderken, DTÖ diplomatları hâlâ Birleşmiş Milletler Çevre Programı yetkililerinin toplantılarına katılıp katılmaması gerektiğini tartışıyor.

Bir tehdit aracı olarak DTÖ

Örgüt, çevreyi korumak için çoktaraflı çevre anlaşmalarından dem vuradursun, tartışmalar o kadar dar bir kapsamda yapılıyor ki; çevre için buradan gerçek bir kazanım beklemek hayalcilik olur. Geçtiğimiz üç yıl içinde, daha tartışma usulleri konusunda dahi bir anlaşmaya varılabilmiş değil.

Bu arada, DTÖ, kamusal yarar gözeten politikaları baltalamaya devam ediyor. İlerici çevre politikaları, 'DTÖ ilkeleri ile uyumlu olmadıkları' gerekçesiyle saldırıya uğruyor. Örneğin ABD, Arjantin ve Kanada'nın Genleriyle Oynanmış (GO) Organizmalar konusunda Avrupa Birliği'ne karşı yürüttükleri savaş, Birleşmiş Milletler bünyesindeki, geçtiğimiz yıl içinde hayata geçen Biyogüvenlik Protokolü'ne aykırı. Cartagena Protokolü olarak da bilinen sözkonusu uluslararası bağlayıcı anlaşma, ulusal yönetimlere, kamu sağlığı gerekçesiyle GO organizmaların ithalatını yasaklama iznini veriyor. Ancak buna rağmen ABD AB'ye saldırıyor: "Protokol'ün size verdiği hakkı kullanmayı düşünmeyin bile, yoksa DTÖ'de bunun bedelini fena ödersiniz." Bu, su yüzüne çıkmış kavgalardan biri. Bir de bu ve buna benzer tehditlerden dolayı yaşama hiç geçirilemeyen ulusal kamu ve çevre sağlığı politikalarını düşünmek, insanı huzursuz ediyor.

DTÖ'nün çevre konusundaki samimiyetsizliği, kendini en çok 'tedbirlilik ilkesi' olarak bilinen ilkenin reddi konusunda ortaya çıkarıyor. Sözkonusu ilke, bilimsel belirsizliğin olduğu koşullarda, ülkelere çevreyi koruma için harekete geçme yetkisini veriyor. Örneğin yeni bir buluşun, yeni bir ürünün, yeni bir teknolojinin çevreye ve insan sağlığına etkisi bilimsel kesinlik kazanmadıysa, hükümetler, bu yeniliklere karşı tedbirlilik ülkesi uyarınca önlem alma hakkına sahip. Ancak ülkeler, bu hakkı kullanmaya çalıştıkları zaman, Dünya Ticaret Örgütü ile başlarının belaya girebileceği konusunda 'kulakları çekiliyor'. Örneğin Avrupa Birliği'nin bugünlerde tartıştığı, kimyasal maddelerin kullanımının düzene sokulması ve zararlı olanlarının varolan zararsız alternatifler ile değiştirilmesi, ABD ve endüstri tarafından 'DTÖ ilkelerine uyumsuz' olduğu gerekçesiyle saldırı altında.

Kalkınma konusunda manzara daha iyi değil. Dünyada 1 milyar 100 milyon insan, günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor. Evet, 2004'te Hindistan ve Brezilya, 'güçlüler kulübü'ne katıldı; ancak dünyanın kalanı DTÖ'nün karar alma sürecinin dışında ve sürmekte olan ticaret görüşmeleri, gelişmiş olan ülkelerin çıkarına. Zengin ülkeler, ihracat sübvansiyonlarını kaldıracaklarına dair verdikleri yarım yamalak sözlerle, kerestecilik ve balıkçılık gibi çevre duyarlılığı yüksek ürün ve hizmetler hakkında daha fazla ayrıcalık koparıyor.

Dünya Ticaret Örgütü, geçtiğimiz on yıl içinde sürdürülebilir kalkınma amacını gerçekleştirmek için en ufak bir girişimde bulunmadı. Ticaretin liberalleştirilmesi daha fazla ticarete yol açtı, ancak sözkonusu olan, adil bir ticaret değil. Bugünlerde 'çevre' sözcüğünü daha sık ağzına almaya başlayan örgüt, tedbirlilik ilkesi gibi çevreyi gözeten ilkeler karşısına çıktığında öfkeden köpürüyor.

Küresel ticaret düzeninin böyle yürümeyeceği, geçtiğimiz on yıl içinde defalarca kanıtlandı.Eylül ayında New York'ta düzenlenecek olan Binyıl Kalkınma Zirvesi, dünya liderlerine yeni bir yön belirleme olanağı sunuyor. Devletler, DTÖ'nün öngördüğü ticari liberalleşmenin yol açtığı toplumsal ve çevresel tahribatı dürüstçe masaya yatırmalılar. Ve tabii ki sürdürülebilir kalkınma ve çevre, yeni bir ticaret sisteminin kalbinde olmalı, süslü giriş cümlelerinde değil.

Kategoriler