10 soruda Rio+20

Yorum ekle
Haber - 20 Haziran, 2012
20 yıl sonra devletler, sürdürülebilir kalkınma ve çevre için tekrar Rio'da bir araya geldi. Peki nedir bu Rio+20?

1. Rio+20 nedir?

Bundan 20 yıl önce, dünya devletleri artan çevre sorunları, yoksulluk, kuzey ve güney ülkeleri arasındaki refah dengesizliğine bir çözüm bulabilmek için Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde bir araya geldiler. Rio yeryüzü zirvesi, yarattığı beklentiler çerçevesinde hayal kırıklığı yaratsa da konferansın iklim değişikliğinin uluslararası düzeyde tanınması (ilk çerçeve anlaşma –UNFCCC- burada çıkmıştır) ve biyolojik çeşitlilik anlaşması (Cartagena Protokolü’nün ana anlaşması) gibi önemli çıktıları oldu. İlk Rio’dan bu yana, onlarca başka anlaşma, yüzlerce toplantı yapıldı ama elbette gezegenimizin sürdürülebilirliği ve sosyo-ekonomik dengesizlik açısından hiçbir sorun bütünüyle çözülemedi. Hatta geçtiğimiz yirmi yıl boyunca ekolojik kriz daha da derinleşti.

2. Rio+20 konferansının amacı ne?

Resmi anlamda üç amaç öngörülüyor; sürdürülebilir kalkınma için yeni taahhütler sağlamak, üzerinde anlaşma sağlanmış taahhütlerdeki boşlukları bulmak ve kapatmak, yeni sorunları masaya yatırmak.

Kısacası toplantının esas niyeti ‘Biz nerede hata yaptık?’ sorusuna bir cevap aramak. Fakat bu cevap da o kadar kolay bulunacak gibi görünmüyor. Zira, kendi yarattıkları balonlar yüzünden ekonomik krizlerin pençesine düşen gelişmiş ülkeler, en az gelişmiş ülkeler kadar kaynak tüketip kirlilik yaratmakta sorun görmeyen hızlı gelişen ülkeler ve fillerin altında kalan çimen ülkeler arasındaki diyalog, çokuluslu şirketlerin çıkar kılıcı altında mevcut durumu yeniden düzenlemelerinden öte geçemiyor.

Brezilya'da Greenpeace eylemi

3. Peki sorun ne?

Geçtiğimiz yıllarda 28 bilim insanı bir araya gelerek, ‘gezegen eşikleri’ adı altında yeni bir kavram ortaya attı. Kavram yeni olmasına karşılık içerik küresel çevre sorunlarını az çok bilen kişilerin oldukça aşina olduğu sorunların bir derlemesi. Söz konusu bilimcilere göre gezegenin bugün karşı karşıya olduğu 9 sorun var; iklim değişikliği, nitrojen ve fosfor döngülerinin bozulması, okyanus asitlenmesi, toksik kirlilik, ozon tabakasının incelmesi, tatlı su kullanımı ve küresel su döngüsü, insanlar için ayrılan arazi artışı ve atmosfere yüklenen parçacıklar. Gezegenin kaldırabileceği belli bir kirlenme, insan kaynaklı değişim var. Ancak belli eşikler aşıldığında geri dönüşü olmayan bir yola girmiş oluyoruz. Ekolojik bir kriz başlıyor. Bugün bu eşiklerin üçü aşılmış durumda. Yani krizin göbeğindeyiz ama hükümetler bu eşiklerin gerisine çekilmek için gerekli olan adımları atmakta ayak sürüyorlar.

4. Neden hükümetler adım atmıyor?

Aslında, çok basit bir sebebi var: mevcut ekonomik paradigmayı devam ettirmek istiyorlar. Petrol şirketleri kuzey kutbunu dahi delik deşik edip tehlikeli aramalarına devam etsin; büyük balıkçılık filoları denizleri talan etsin; tohum şirketleri dünyanın bütün çiftçilerini kendilerine bağımlı kılsın, tüketim dünyayı koca bir çöp kutusuna çevirsin ama bu sistem devam etsin. Çünkü, bu yıkıcı faaliyetlerin tümü ‘ekonomik büyüme’ yaratıyor. Hükümetler ise ekonomik büyümeye fetişizm düzeyinde bağımlı. Ekonomik olarak büyürken ekolojik olarak ve temel insan haklarını korumakta ne kadar küçüldüğümüze dair bir endeks henüz geliştirilmedi. Kayıplarımızı ölçemiyoruz. Bu nedenle politikacılar bu gezegen sınırsızmışçasına düşünüp karar vermekte bir sıkıntı görmüyor.

5. Rio görüşmelerinden bu görüşü destekleyecek örnekler var mı?

Tonla. Özellikle ABD’den beklenen inciler döküle döküle bitmiyor. Örneğin, 0 taslaktan ‘gıda hakkı’nı sildirmeye çalışıyor (paragraf 7), açlıkla mücadele edilmesi gerekmiyor, sadece aşırı açlıkla gerekiyor (paragraf 2). Ayrıca, Kanada ve Japonya’nın desteğiyle ABD, 1992’de söz verilen teknoloji transferini tamamıyla keyfi bir duruma çekmeye çalışıyor. Ve metnin herhangi bir yerinde, ‘sürdürülemez tüketim ve üretim biçimleri’ sözünün geçmesini reddediyor. 1992’de Baba Bush ‘Amerikan yaşam biçimi pazarlık konusu olamaz’ demişti. Oysa, bütün dünya Amerikan rüyasını yaşamak istese bize 5 gezegen gerekiyor. ABD’nin bu küstah tutumu maalesef bulaşıcı. İklimi kurtarmak için gerekli olan enerji devrimi bir yana, fosil atıklara vergilerimizden kesilen milyarlarca devlet desteğinin kesilmesi için de hiçbir çaba gösterilmiyor. Ya da topraklarımızı kısırlaştıran kimyasalların kesilmesi, ekolojik tarıma geçiş için teşvik verilmesine dair de bir hüküm yok.

5. Hiç umut yok mu?

Umut her zaman var, olmalı. Ama karar vermek için fazla zamanımız yok. Geç kalmamalıyız.

6. Greenpeace olarak beklentiniz neler?

Greenpeace olarak beklentimiz çok. Enerji devrimi, ekolojik tarım, zararlı kimyasalların üretiminin tamamıyla yasaklanması, aşırı balıkçılığın durdurulması, yoksulluğun ve yoksunluğun giderilmesi için daha adil ve bağlayıcı hedefler konulması, ekonomik büyümeye meydan okuyacak yeni ölçütlerin geliştirilmesi... Ancak, yeryüzü zirvesi, G20 ülkeleri bunları karşılayabilecek anlayışa henüz kavuşamadan toplandı.

Yine de bir ışık var. 21-22 Haziran’da zirve toplanıyor. Buradan en azından açık denizleri korumak için etkili bir ‘Açık deniz biyoçesitliligi Anlaşması’nın çıkmasını bekliyoruz.

7. Bu toplantıda Greenpeace’in rolü, yaptıkları neler?

Şimdiye kadar lobi çalışlarımız, hazırlık toplantılarına katılmak, durumun aciliyetinin anlaşma metninde bulunması için çaba göstermek, enerji devrimi, ekolojik tarım ve denizlerin korunması konularında somut taahhütler istemek yönünde oldu. Ayrıca, bunların önündeki şirket engellerini de teşhir ettik. Ancak dahası da var, orda şu anda toplanmış olan halkın zirvesinde, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelen Greenpeace Uluslararası Genel Direktörü Kumi Naidoo da, toplumsal hareketlerin nabzını tutacak; daha yeşil ve daha adil bir dünya için sesini yükseltecek. Ve ‘yeşil ekonomi’ diyerek yine ‘yeşil badana’ yapan şirketlere karşı ‘gerçek yeşili ve barışı’ temsil edecek.

8. Türkiye Hükümeti’nin durumu ne?

Türkiye’nin politik duruşu ABD ile Çin arasında yalpalıyor. Gerçekten de son yıllarda Türkiye para istediği zaman Çin’den yana, kirletici yatırımları savunduğu zaman da ABD’den yana bir tavır sergiliyor. Ayrıca hükümetin taslak metne olan görüşlerini inceleme sansımız oldu. Hiçbir yaptırımın metinde olmaması gerektiğini ve devletlerin sadece gönüllü taahhütlerle yani keyfiyetle hareket edebileceğini savunuyorlar. Bu Kyoto sistemini yıkan yaklaşımın ta kendisi. Tam anlamıyla dünyanın bugünkü krize gelmesini sağlayan Amerikan yaklaşımının aynısı. Benzer bir durum sürdürülebilir kalkınma anlayışında ekonomik büyümeyi öncelik olarak koymalarında da var.

9. Ekonomik büyüme neden öncelik olmasın?

Bu çok geniş bir tartışma, bununla ilgili görüşlerimizi bir brifingde topladık. Ancak özetle şunu söyleyebiliriz, doğada hiçbir şey sonsuza kadar büyümez. Biz insanlar da belli bir süre büyürüz, dururuz. Hayatı boyunca sürekli uzayan bir insan düşünün. Tabii dursak bile, gelişmeye devam ederiz, o zaman daha başka süreçler başlar. Bunlar daha hayattaki duruşumuza, zihinsel gelişime ve deneyime dayalı bir gelişimdir. Bugün herkes bir Türk gibi yaşasa, 1,5 dünya, ABD’li gibi yaşasa 5 dünya gerekiyor. Ve bu ülkeler ekonomik büyümeyi tek gösterge sayıyorlar. Halbuki bu, aynada sürekli kendini seyreden ergen davranışı gibi. Bildiğimiz bir şey varsa, sürekli ve ne olursa olsun büyüme anlayışı gezegenin sınırlı olması nedeniyle mümkün değildir.

10. Greenpeace'in gözünden sürdürülebilir kalkınmanın kriterleri nelerdir?

Bunu aslında, yeni anayasa için anayasa komisyonuna verdiğimiz görüşle daha iyi aktarabiliriz. Bizim için gezegen ve doğa, ekonomik bir kaynak değildir. Bir kaynak değil bir varlıktır. Ve bir varlık olarak yaşamını sürdürebilme hakkı tanınmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma ise tanımı itibarıyla insanı merkez alıyor. Zaten hükümetler ve şirketler tarafından defalarca içi boşaltıldı. Yeniden bir çerçeve çizmek gerekseydi biz sürdürülebilir yasam demeyi tercih ederdik.

Rio+20 ile ilgili daha fazla bilgi

Rio+20 ile ilgili daha fazla bilgi almak için brifinglerimize göz atabilirsiniz.