Fukuşima nükleer felaketinin ardından Greenpeace’in Fukuşima’daki acil durum müdahale projesinin liderliğini yapan Jan Beranek yazdı: Nükleer santraller elektrik kesintilerine çözüm olmadığı gibi, elektrik kesintileri, nükleer felaketlere neden olabilir. 

Nükleer reaktörler ve elektrik kesintileri; Fukuşima felaketine yol açan patlayıcı karışım

Türkiye geçtiğimiz günlerde ülke çapında yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle zor saatler geçirdi. Saatler süren kesinti, büyük şehirler de dahil, ülkenin yarsından fazlasını etkisi altına aldı.

Arızanın temel nedenini bulmak biraz uzun sürebilir ama çıkarılması gereken net bir dersin olduğu şimdiden ortada: Bu kesinti; depremlerin ve elektrik kesintilerinin sık yaşandığı Türkiye’de nükleer reaktörler inşa etmenin risklerine karşı açık bir uyarıydı.

Konu hakkında bilgisi olan her mühendis, şu gerçeği doğrulayacaktır: Hassas ve dengesiz şebekeler, hızlı bir şekilde açılıp kapanabilen ya da üretim kapasitesine hızlı bir şekilde ulaşan, bu esnada şebekenin dengelenme ve uzlaştırmasına yardım eden daha esnek elektrik santrallerine ihtiyaç duyar.

Nükleer santraller ise en az esnekliğe sahip olan elektrik üretim tesisleridir. Faaliyete geçmeleri bile bir kaç gün sürer ve dakikalar içinde kendini durdurabilmelerine rağmen, yaşanan her ani kapama ayrı bir güvenlik riskine ve büyük finansal kayba yol açar. Bu nedenle, nükleer reaktörler elektrik şebekelerini daha korunmasız bir hale getirir. Kısacası nükleer reaktörler, elektrik kesintilerini önlemek için hiç de iyi bir çözüm değildir.

Fukuşima felaketi elektrik kesintisi nedeniyle yaşandı

Daha da kötüsü, nükleer santraller, herhangi bir elektrik kesintisi durumunda adeta bir saatli bomba gibidir. Unutmamalıyız ki Fukuşima’da reaktörlerin erimesi ve patlamasının asıl nedeni deprem değil, elektrik kesintisiydi. Felaket sonrasında radyasyon bulutları büyük arazileri ve okyanusları etkisi altına aldı.150.000’in üzerinde insan evlerini, köylerini, çiftliklerini ve onlar için kutsal olan, ailelerinin mezarlarının bulunduğu bölgeleri bir daha geri dönmemek üzere terk etmek zorunda kaldı. Hemen hemen her şeylerini kaybettiler. Özellikle çocuklar radyasyona karşı daha dayanıksız oldukları için, erken yaşta ölüm tehlikesiyle karşı karşıya.

Fukuşima’da yaşanan deprem, bir elektrik kesintisine neden oldu. Bu elektrik kesintisi de, dünyanın en büyük nükleer felaketlerinden birini yarattı. Bunun nedeni ise her nükleer reaktörün içinde yüksek miktarda radyoaktif maddenin bulunması ve bu radyasyonun reaktör çalışmayı durdurduktan sonra bile çok yüksek derecelerde ısı üretmesi.

Bu yoğun ısı, reaktörlerin içinde bulunan radyoaktif çözülmeden kaynaklanır; günlerce, haftalarca devam eder ve bunu durdurabilmenin hiçbir yolu yoktur. Çalışmayan bir nükleer reaktörü bile erimeden -ve radyoaktif sızıntıdan- korumak için tek yol, onu devamlı soğutmaktır. Bu yöntem ise reaktörlere dakikada binlerce litre su sağlamak için yüksek kapasitede motorlar ve pompalar gerektirir.

Ne zaman bir elektrik kesintisi -ya da nükleer santral ve elektrik şebekesi arasındaki trafoda basit bir arıza- yaşansa, nükleer reaktör durmak zorundadır çünkü şebeke, üretilen elektriği alamaz. Ama reaktörün durması ve sistemden enerji alınamaması ile birlikte, reaktörlerin soğutma sistemlerini çalıştıracak elektrik de elde edilemez. Nükleer reaktörleri elektrik kesintisine karşı bu kadar hassas yapan da budur.

Böyle bir durumda tek can kurtaran, nükleer santrallerin içinde bulunan yedek dizel jeneratörlerdir. Bu jeneratörlerin hızlı bir şekilde çalıştırılması ve soğutma sistemleri için gerekli elektriği üretmesi gerekir. Ama bu dizel jeneratörlerde de sorun çıkarsa felaketin önüne geçebilecek başka hiç bir engel yoktur. Soğutma sistemlerinin durmasının ardından geçen sadece bir kaç saat içerisinde reaktör erimeye başlar. Fukuşima’da yaşanan ilk nükleer patlama ve radyasyon bulutlarının oluşması, soğutma sistemlerinin durmasının ardından 24 saatten kısa bir sürede başladı.

Bu problem üzerine sayısız çalışma bulunuyor. Örneğin Amerika Sandia Ulusal Laboratuvarı’nın yaptığı araştırmalar, reaktör soğutma sistemlerinin tamamen bozulması durumunda 17 saat içerisinde radyasyon sızıntısının başladığını gösteriyor.

Fukuşima’da yaşananlarsa gayet iyi bilinen fakat hükümet ve nükleer endüstrinin devamlı imkansız olduğunu ve daha önce görülmediğini söyleyerek reddettiği risklerdi. Maalesef, gerçekler tam tersini kanıtladı ve bu da yüzlerce, binlerce hasara ve insan hayatına mal oldu.

Fukuşima’dan önce benzer bir kaza da 2006 yılında İsveç’te yaşandı. Elektrik kesintisi ve soğuma sistemlerinin durmasının ardından Forsmark nükleer santralin dizel jeneratörleri faaliyete geçemedi. Santral karanlığa gömüldü, kontrol odasında bulunan bilgisayar ekranları karardı ve göstergeler ve kontrol sistemleri kapandı. Neyse ki bir mucize gerçekleşti ve sadece 20 dakika sonra en azından jeneratörlerden bir tanesi çalışmaya başladı. Neredeyse gerçekleşecek olan bu nükleer felakete ne bir deprem ne de bir tusunami neden oldu.

Fukuşima’nın bizlere öğrettiği bir çok ders var. Onlardan bir tanesi: Ne kadar gelişmiş bir nükleer reaktör olursa olsun her zaman öngörülemeyen ve ölümcül olabilecek insan hataları, teknik aksaklıklar ve doğal afetler feci nükleer kazalara yol açabilir. İkinci ders ise, Japonya gibi, robotlarıyla ve büyük felaketlerle başa çıkabilmesiyle ünlü zengin bir ülkenin bile büyük bir nükleer kazayla başa çıkamamış olması. 

Fukuşima’daki gözyaşlarını unutmayacağım

1986 yılında Çernobil kazası yaşandığında ve ülkemin büyük bir bölümünü etkilediğinde ben Çekoslavakya’da bir lise öğrencisiydim. Geçtiğimiz 3 yıl içerisinde, 2011 yılında yaşanan kazadan sonra Fukuşima’yı 5 kere ziyaret ettim ve radyasyondan korunma uzmanı olarak görev yaptım.

Çocukları için endişelenen annelerin yüzündeki korkuyu, öğrencilerini koruyamayan öğretmenlerin göz yaşlarını, bir başına bırakılmış ve hükümetleri tarafından kandırılmış insanların umutsuzluklarını, kaçmak zorunda kalanların ve bu güne kadar hala tazminatlarını almamış ya da hala yeni bir hayata başlayamamış insanların ümitsizliklerini hiç bir zaman unutmayacağım.

Bu aynı zamanda korkunç tecrübelerimi paylaşmak istememin ve nükleer hakkında gerçekleri söylememin de nedeni; çünkü Çernobil ve Fukuşima’nın bir daha gerçekleşmesine izin veremeyiz. Türkiye’nin Akkuyu ve diğer nükleer santral projeleri ile ilgili fikrini değiştirerek, nükleer bir felaket içeren bir gelecekten kurtulmak için hala bir şansı var. Türkiye’nin ışıklarını açık tutması için nükleere ihtiyacı olmadığı ise çok açık bir gerçek.

Jan Beranek

Greenpeace Akdeniz Program Direktörü olarak çalışan Jan Beranek, üniversitede fizik eğitimi gördü ve radyasyon korunma kursundan mezun olarak bu alanda da üniversite diploması aldı. Beranek ayrıca Greenpeace Uluslararası’nın 2011 yılında yaşanan Fukuşima felaketinden sonra Japonya’da yaptığı acil durum müdahale çalışmalarının da lideriydi.