6 Şubat’ta merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan ve 10 ili etkileyen 7,7 ve 7,6 şiddetinde iki büyük depremin ardından 10 gün geçti. Bölgede arama kurtarma çalışmaları halen devam ederken afetzedelerin sıkıntıları enkaz altında kalan yakınlarının kaybı ya da kurtarılanların sağlık durumları ile sınırlı kalmıyor. Depremin üzerinden henüz birkaç gün geçmişken müdahale ve koordinasyonda yaşanan eksiklikleri örtercesine hükümet yetkilileri, medya temsilcileri hep bir ağızdan yaşadığımızın “asrın felaketi” olduğunu söylemeye başladı.

Oysa felaketin boyutunu bu denli artıran deprem öncesi gerekli önlemlerin alınmaması, denetim mekanizmalarında ihlaller ve yapılan yanlışlardı. Bunları takip eden bürokratik engeller de deprem sonrasında acil yardım sürecini geciktirdi.

Bu depremlere hazırlıklı olmak gerçekten mümkün değil miydi?

Türkiye’de afetlerle mücadele etmekle görevli AFAD’ın kurulmasıyla birlikte başlayan süreçte “kriz yönetimi” anlayışından “risk yönetimi” anlayışına geçilmiştir. Bu bağlamda afet riskini azaltmaya ve müdahale sürecini planlamaya yönelik yerel ve ulusal ölçekte birçok plan hazırlanmıştır. Tüm bu planlarda acil durum ve afetlerde başta kamu kurumları olmak üzere çok sayıda paydaşın harekete geçmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Dahası depremden zarar gören illerin hemen hepsinde İl Afet Risk Azaltım Planları hazırlanmış ve bu illeri bekleyen riskler ve tehditler açıkça ortaya konmuştur. Elbette AFAD’a ilave olarak çok sayıda uzman, akademisyen, bilim insanı, sivil toplum kuruluşu ve yerel yönetim de mevcut risklere dikkat çekmiş, riski azaltmak için çağrıda bulunmuştur.

Ancak ne yazık ki yapılan tüm bu uyarılar ve hazırlıklar kağıt üzerinde kalmış, bizi olması öngörülen bu büyüklükteki depremlere karşı dirençli hale getirebilecek planların işaret ettiği eksikler giderilmemiş, koordinasyondaki sorunlar çözülmemiş, riskli yapılar onarılmamış, güçlendirilmemiş ya da yıkılmamıştır. Hatta 2019 yılında basına yansıyan haberlere göre yaşadığımız bu felakete bizi hazırlayabilecek bir tatbikat bile gerçekleştirilmiş, ancak görünen o ki tüm bu çabalar binlerce binanın yıkımını ve dolayısıyla 30 binin üzerinde can kaybını önlemeye yetmemiştir.

“İmar affı” gerçeği

Depremlerin yıkıcı etkisini azaltmak için sağlam zeminde, sağlam yapı yapmaya yönelik alınan önlemler “imar affı” da denilen ve genellikle seçim öncesi süreçlerde devreye sokulan uygulamayla ihlal edildi. En son Haziran 2018 yılında genel seçimlerden önce gerçekleştirilen imar barışından Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un açıklamasına göre yaklaşık 7 milyon 400 bin kişi yararlandı. Bu uygulamayla toplanan paranın 25 milyar 592 milyon lira olduğu açıklandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün depremlerle tanınmaz hale gelen Kahramanmaraş’ta 2019’da yaptığı konuşmada 144 bin küsur vatandaşa imar affıyla rahat nefes aldırdığını söylemişti.

Arama Kurtarma Süreci

Bu coğrafyada yaşamak, afetten sonraki ilk 72 saatlik sürecin arama kurtarma açısından altın saatler olduğunu  bizlere acı tecrübelerle öğretti. Olay anından itibaren görevi müdahaleyi yönlendirmek ve yönetmek olan AFAD’ın felaketin ilk anlarından itibaren gerekli koordinasyonu sağlamakta yetersiz kaldığı yönünde çok sayıda açıklama var. Her ne kadar olayın ilk gününden itibaren yetkililer, ¨şu anda her yer kontrol altında ve her yere ulaşılmış durumda” dese de, bu ifadelerin o dakikalar için gerçek olamayacak kadar iyimser bir iddia olarak kaldığını söylemek mümkün. Yıkılan ve ağır hasarlı bina sayısının çokluğu, etkilenen coğrafyanın yapısı ve genişliği kadar seferber edilen ekiplerin görece azlığı, var olan ekiplerin de doğru malzemelerle hızlı yönlendirilmemesi enkaz arama kurtarma çalışmalarını olumsuz etkiledi. 

Olayın ardından geçen süre sadece enkaz altındaki canlara ulaşmak için değil, kendi çabalarıyla enkaz dışına çıkmayı başaran, deprem anında kendisini sokaklara atan insanlar için de oldukça önemliydi.

Greenpeace Olarak Soruyoruz!

Greenpeace olarak, üzerinde yaşadığımız gezegeni paylaştığımız her bir canı savunmak ve doğaya uyumlu, sosyal açıdan adil yaşam alanları için mücadeleyi temel görevimiz sayıyor, doğaya ve yaşama karşı sorumluluğu ve hesap verebilirliği ilke ediniyoruz. Bu nedenle soruyoruz: 

  1. Barınma

Depremden sonra karşılaşılan en temel sorunlardan biri yıkılan ya da hasar alan evlerine giremeyen depremzedelerin soğuk kış koşullarında sokakta kalması oldu. Halen depremin gerçekleştiği il merkezleri dahil olmak üzere köylerde barınma sıkıntısı yaşandığına dair bölgeden çağrılar yapılıyor. Greenpeace olarak soruyoruz, AFAD tarafından sağlanması gereken (TAMP, s.42), afet bölgesinde afetzedelerin acil ve geçici barınma hizmetlerine yönelik koordinasyon neden zamanında yapılamadı?

  1. Beslenme

Gerek depremzedeler gerekse arama kurtarma gönüllüleri felaketin ilk günlerinde yeterli gıdaya ve içme suyuna düzenli olarak erişemediklerini ifade ediyorlar. Geceyi soğukta, enkaz bölgelerinde yaktıkları ateşlerin etrafında, araçlarda geçiren depremzedeler, gönüllüler sıcak bir çorbaya, yeterli içme suyuna ulaşamadı. Greenpeace olarak soruyoruz, Kızılay tarafından sağlanması gereken (TAMP, s.43), afet bölgesinde beslenme hizmetlerine yönelik koordinasyon neden zamanında yapılamadı?

  1. Sağlık Hizmetleri

Deprem sonrasında gerçekleşecek en büyük risklerden bir tanesi de salgın hastalıklarken, bölgede temiz suya erişimin güçlükle sağlandığı yönünde çok sayıda haber var. Suya erişimde yaşanan bu aksamalar bölgede hijyen ve sanitasyon sorunlarına yol açarak salgın hastalık riskini artırıyor. Dahası bölgede aksayan sağlık hizmetleri, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere herkesi tehlikeye atıyor. Greenpeace olarak soruyoruz, Sağlık Bakanlığı tarafından yapılması gereken (TAMP, s.39), afet yerindeki ilk tıbbi müdahale, halk sağlığı ve tıbbi bakım ihtiyaçlarının karşılanması ile çevre sağlığı hizmetlerinin aksamadan en hızlı şekilde normale dönmesini sağlamaya yönelik koordinasyon neden zamanında yapılamadı?

Yaralarımızı Sarmamız Gerekiyor!

Tüm bu yaşanan koordinasyon sorunları nedeniyle milyonlarca insan depremin yarattığı yıkıma ek olarak sert kış şartlarında soğukta, yeterli besini alamadan ve gerekli sağlık hizmetlerine erişimi olmadan dışarıda kaldı.

Kayıplarımızın acısı ve geride kalanların yaşadıkları zorluklar yetmezmiş gibi bölgede zaten orman yangınları, bölgesel kuraklıklarla kendini gösteren  iklim krizine bağlı afetler de kapımızda. İklime ve doğaya uyumlu, sosyal açıdan da adil yaşam alanlarını katılımcı bir biçimde yeniden inşa etmek yerine, kaldırılacak tonlarca enkazın döküleceği yerleri ve bunun ekolojik etkilerini, salt hızlı olmak için ezbere inşa edilecek toplu konutları ve beton kentleri; tüm bunların gelecekte yaratacağı felaketleri düşünmekten kendimizi alamıyoruz.

Evet yaralarımız hala kanıyor, üzüntümüz azalmıyor ve endişemiz geçmiyor. Elbette yaralarımızı hep birlikte sarmak, bu felaketleri bir daha asla yaşamamak için hep birlikte değişim talebinde bulunmamız gerekiyor. Ancak bunun için önce bu felakete sebep olan sistematik yaklaşımı görmemiz, tanımamız ve onunla mücadele etmemiz lazım. Mevcut ekonomik ve politik düzen yaşamı öncelemiyor. Şirketler, daha yüksek kâr açıklamak için doğayı ve yaşamı tüketmekten çekinmiyor. İlgili kamu kurum ve kuruluşları da bu yıkıcı düzene dur demek yerine buna zemin hazırlayan ve göz yuman uygulamaları devreye sokuyor. Öte yandan 10 gündür gerek deprem bölgesinde, gerek diğer şehirlerde canını dişine takarak dayanışma gösteren milyonlarca yürek, tüm sorunları aşarak yaralarımızı sarmak için çabalıyor. Yaşadığımız toprakları aşan bu dayanışma, ihtiyaç duyduğumuz dönüşümün de umudunu veriyor. 

Bizler, doğanın sesini duymaya çalışanlar olarak tek bir şey istiyoruz. Doğayla kavga etmeye bir son verelim. Yaşam alanlarımızı doğaya uyumlu hale getirecek; deprem, sel ve iklim kriziyle daha da yıkıcı hal alacak diğer afetlere karşı dirençli hale getirecek sistematik değişiklik şart. Kaybedecek vaktimiz de, canımız da kalmadı!