Bugünün Türkiye’si, sadece yaşamsal tehdit seviyesini çoktan aşmış çevresel yıkım ve küresel iklim krizinin içinden değil; aynı zamanda toplumsal ve ekonomik adaletin de çöktüğü bir dönemden geçiyor. Etkisi her geçen gün artan iklim krizi, derinleşen toplumsal ve iktisadi adaletsizlikten, demokrasi krizinden ve yükselen eşitlik ve değişim talebinden ayrı düşünülemez. Bugün doğal varlıklarımız üzerindeki tahribatın ve iklim krizi karşısındaki dirençsizliğimizin temel sebebinin, geçen on yıllar boyunca ulusal ve küresel ölçekte sürdürülen; doğal varlıklar, toplumsal adalet, gelir eşitliği ve eğitim ve sağlık gibi temel kamu hizmetleri üzerinde derin yaralar açan otoriter, genel kamu yararını önceliklendirmeyen ve belli zümrelerin çıkarlarına hizmet etmiş olan politikalar olduğu unutulmamalıdır.

İklim krizi, şirketlerin ve hükümetlerin birlikte yarattığı fosil yakıta bağımlı ekonomik ve politik düzenin sonucudur. Bu ortaklığın getirdiği iktisadi ve siyasi nüfuz, toplumsal ve gündelik hayatı otoriter bir biçimde her daim yeniden şekillendirir, tahkim eder. Bu, ifade özgürlüğünden yargıda bağımsızlığa, toplumsal cinsiyet eşitliğinden iş sağlığı ve işçi güvenliğine kadar her konuda sürekli bir kriz hali ve adaletsizlik rutini yaratır. Bu çoklu krizden çıkış; doğa, iklim ve demokrasi yararına; adaletsizliği ortadan kaldırmayı hedefleyen sistemsel bir dönüşümle ancak gerçekleşebilir. Bunun adı yeşil, adil dönüşümdür. Yeşil, adil bir dönüşüm, yaşadığımız çoklu krizin çözümünde anahtar politikadır.

Yeşil, adil dönüşüm (YAD), yalnızca iklim krizinden sağ çıkmamızı sağlayacak bir çerçeve değil. Krize karşı iktisadi ve çevresel direncimizi; göz ardı edilmiş, adalet borçlu olunan toplumsal grupların da etkin katılımıyla yükseltebileceğimiz bir yaklaşım. Kirletenlerin ve yıkım getirenlerin gecikmiş sorumluluklarını üstlendiği bir yaklaşım. Fosil yakıt ve altyapı şirketlerinin, politik ilişkilerle kâr üstüne kâr ekleyerek ulusal ve küresel yıkım getirdiği bir gerçeklikten çıktığımız, kâr ölçüsünde iyileşmeye katkı verdiklerini gördüğümüz bir çerçeve. Kent suçlarının, doğal ve kültürel varlıklara sistemli saldırının, hayvanlara karşı yürütülen sistemli zulmün tarih olduğu bir gelecek. Hem yerel, hem de ulusal ölçekte; birbirimizi dinlediğimiz ve anladığımız, demokratik katılımı ve güvenli yaşam koşullarını oluşturmayı önceliklendiren bir varolma biçimi. Kentte, kırda, okulda, işyerlerinde, çocuk parklarında, meralarda, ormanlarda, sinemalarda, imalathanelerde; yaşamın kalbinin attığı her yerde, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, etnik ayrımcılığın, ötekileştirmenin terk edildiği bir yaşam tarzı. Depremlere ve tüm iklim felaketlerine karşı; şeffaf finansman süreçleriyle yaratılan; kamu kurumlarının, yurttaşların, sivil toplumun ve mahalli örgütlenmelerin omuz omuza, dayanışma içinde ve sistemli şekilde mücadele ettiğimiz yeni bir hayat lisanı.

Günlük hayatımızı ve geleceğimizi, tedirginliğin ve umutsuzluğun değil, toplumsal, çevresel, iklimsel ve iktisadi adaletin sardığı, barışçıl bir mahallede, şehirde ve gezegende yaşamak istiyoruz. Bunun reçetesi, yeşil, adil bir dönüşümdür.

İklim krizi asla sadece iklim meselesi değildir. İklim krizi bir adalet meselesi, bir demokrasi meselesi, bir kamu yararı meselesidir. İklim krizi, kararlar, eylemler, sorumlular ve sorumsuzluklar meselesidir. Bir gelecek tahayyülü, gelecek planlaması meselesidir. Hukuk ve adalet, yolsuzluk ve yozlaşma meselesidir. Kâr hırsıyla doğayı sömürme veya yaşamı savunma meselesidir. Bir ahlak ve bir erdem meselesidir. Bilime kulak verme veya hakikati inkar etme meselesidir. Emek ve işçi meselesidir. Hayvanın yaşam hakkı meselesidir. Çocuk ve genç meselesi, toplumsal cinsiyet meselesidir. Temiz hava, temiz toprak, temiz su ve temiz bir vicdan meselesidir. Koskoca bir toplumsal sorun, koskoca bir toplumsal makinedir. Tüm canlıların varlığını, tüm gezegenin geleceğini ilgilendirir ve hepsinin ortak meselesi, ortak derdidir. İklim ve adalet krizine karşı yeşil, adil bir dönüşüm, tüm hayat için temel belirleyicidir.

Yeşil, adil bir dönüşüm, iklim krizinden sağ, adil ve gezegenle barışarak, kimseyi geride bırakmadan çıkacağımız, kararlarını birlikte aldığımız yeni bir hayatı birlikte düşleyip yaratabileceğimiz bir olanak sunuyor bize.

YEŞİL ADİL DÖNÜŞÜM İÇİN 7 İLKE

1) KAPSAMLI İKLİM EYLEMİ 

Kapsamlı iklim eylemi, güvenli gelecek için atılacak en acil adımdır. Ekolojik yıkım, ağır biyoçeşitlilik kaybı, kuraklık, hava, toprak ve su kirliliği, halk sağlığının çöküşü, enerji krizi, tırmanan sağlık harcamaları, tarımsal üretimin çökmesi, yoksulluk ve daha birçok sorun, iklim krizinin göstergeleri ve krizi dikkate almayan politikaların doğrudan sonucudur. Krizle mücadelede bilimin, teknolojinin ve uzmanlığın gösterdiği yol izlenmelidir. Fosil yakıtlardan çıkış vizyonunda; 2030 itibariyle kömürden çıkış ve sera gazı emisyonlarında mutlak yüzde 30 azaltımın son derece gerçekçi yol haritaları elimizde mevcuttur. Teşvik mekanizmalarının, sürdürülebilir ve yenilenebilir enerjiye yüzde 100 geçişi, ulusal bütçe üzerinde yük yaratmadan mümkün kılabileceği bu enerji dönüşümünün uygulanması işten bile değildir. Bu dönüşümün maliyeti, fosil yakıt endüstrisinin asli ve ikincil maliyetlerinin çok altındadır ve uygulanması için siyasi irade gereklidir. İklim bilgisi, ilköğretimden başlayarak günlük hayatımızın bir temel gerçeği haline getirilmeli, ekonomik, toplumsal ve idari organizasyon, iklim kriziyle mücadelede hizalanmalıdır.

2) BİYOÇEŞİTLİLİĞE KORUMA KALKANI

Biyoçeşitliliğin korunması için radikal yol haritaları oluşturulmalıdır. Tüm dünyada ve Türkiye’de biyoçeşitlilik ve bir bütün olarak doğal yaşam, alarm vermektedir. Ekonomik büyüme ihtiyacı bahane edilerek doğal alanların tahrip edilmesi ve bunu mümkün kılan, bunun önünü açan yasal mevzuat yıkımın temel sebebidir. Çevre mevzuatı, ticari şirketlerin yatırım planlarını ve kârlılık oranlarını değil, ekosistemleri koruyup, onarmalı ve iklim kriziyle mücadeleyi kategorik olarak önceliklendirmelidir. Plastik atık ithalatı, pestisit kullanımı, doğal alanların imara ve ticari tesislere açılması, karasal, denizel kıyı ve deniz ekosistemlerinin bozulması, türlerin beslenme, barınma ve üreme alanlarının ve göç yollarının insan faaliyetinden korunmaması, ÖDA, doğal SİT alanı gibi uygulamaların delinmesi, sulak alanların tahrip edilmesi, altyapı ve yol inşaatlarıyla kentleri çevreleyen ekosistem bütünlüğünün parçalanması gibi sorunları ortadan kesin olarak kaldıracak kapsamlı yol haritaları, dayanıklı ve caydırıcılığı yüksek bir mevzuat geliştirilmelidir. Koruma politikası, yurttaş katılımıyla kuvvetlendirilmelidir. Türkiye kırsallarında yaşayan yerel topluluklar, doğayla iç içe yaşamın temel insani iradesini oluşturur. Yerel toplulukların doğaya zarar vermeyen ekonomik faaliyetlerle yaşam alanlarında koruyucu özelliklerinin desteklenmesine yönelik şartları iyileştirilmeli, iklim afetleri dahil doğa koruma, uyum ve hasar azaltım politikalarında ve eylem politikalarında aktör konumları tanımlanmalıdır.

3) İŞ GÜCÜNDE ADİL GEÇİŞ VE İYİ İŞLER

İşgücünün adil geçişi ve iyi işler perspektifi, temel bir ekonomik hedeftir. Karbonsuz, yeşil ve adil bir ekonomiye geçiş, iş alanlarında iklim ve çevre dostu bir planlama ve önemli sektörel değişiklikler anlamına gelmektedir. Karbon salımına dayanan ekonomik örgütlenmenin taşıyıcısı olan işçiler, bu geçişe hazırlıklı hale getirilmelidir. Süreçte iş, hak ve ücret kaybına uğramaları engellenmeli, bunun için yeniden mesleklendirme, erken emeklilik, düşürülmüş çalışma saatleri gibi çözümler devreye sokulmalı, geçiş ve sonrasındaki istihdam faaliyetleri; belirli bir plana dayalı olarak tasarlanıp uygulanmalı ve denetlenmelidir. Fosil yakıt endüstrisinin, ağır sanayi faaliyetleriyle organik ilişkisi, birçok işçi için düşük iş güvenliği ve işçi sağlığı, erken yıpranma, sosyal hayata katılamama, iş garantisi sorunu, geleceğini planlayamama gibi sonuçlar doğurmaktadır. Fosil yakıt endüstrisinin işçiler ve işçi hakları üzerindeki bu yapısal yıkıcılığından, düşük karbon ekonomisinde işçilerin daha güvenli, temiz ve sağlıklı işlere geçtiği bir planlama, yeşil ve adil bir dönüşümün ana parçalarındandır. Yerleşim yerinde yeniden planlama ve mesleki uzmanlık ihtiyaçlarının kamusal ve sektörel finansmanı gibi süreçler, iyi işlere geçişin planlanmasında işçilerin ve ailelerinin kendilerine has şartlarının dikkate alındığı bir biçimde yönetilmelidir.

4) YEŞİL EKONOMİ PROGRAMI

Türkiye’de ekonomik büyüme, geçtiğimiz birkaç on yıldır, geniş etkili mekansal planlamalar aracılığıyla gerçekleştirilen, kamuoyuna “mega” şeklinde anlatılarak meşruiyet üretilmeye çalışılan devasa altyapı projeleri ve onlara hammadde sağlayan uydu projelerin yarattığı doğal alan tahribatı üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu “büyüme” topluma gelir dağılımında yüksek adaletsizlik, doğal alanlarda eşi benzeri görülmeyen geri dönülmez bir yıkım, bu alanların çeperlerinde doğa ile uyum içinde yaşayan yerel toplulukların geçim kaynaklarından, barınma alanlarından ve yaşam biçimlerinden kopmaları, tırmanan kişi başı ve toplam sera gazı emisyon miktarı ve kaçınılmaz olarak vites yükselten iklim felaketleri olarak geri dönmüştür. Bu sürdürülemezliğin değişmesi gerektiği aşikârdır.Bir bütün olarak ekonomide, sektörel mutlak emisyon azaltımına ve 2050 itibariyle net sıfır karbon hedefine hizmet edecek, uzun vadeli, net hedeflere sahip bir planlama yapılmalıdır. Ekolojik bütünlüğü, canlı yaşamını ve toplulukları tahrip eden, kalkınma bağımlısı, etkinliği büyüme göstergeleri ile ölçülen bir ekonomik modelden, iklim etkisinin planlı ve radikal bir şekilde azaltıldığı, kârı değil toplumsal faydayı önceliklendiren, sosyal refaha dayalı bir ekonomik modele geçilmelidir. Aşırı üretim ve tüketimin ve kâr odaklı ekonomik akışın yerini, üretimde düşük karbon ayak izi ve tüketimde gerçek ihtiyaca dayalı yeniden kullanım yaklaşımı almalıdır.

5) TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ

Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi tüm planlama ve karar alma süreçlerine entegre edilmelidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden yoksunluk, Türkiye’de, ifade hürriyeti, ekonomik ve sosyal hayata katılım, güvenlik, ayrımcılığa uğrama, ötekileştirilme, cinsel yönelime saygısızlık gibi sorunlar yaratarak özgürlükten mahrumiyete neden olmaktadır. Yeşil bir adil dönüşümün; demokratikleşmeden enerji dönüşümüne, kamusal hizmetlere eşit erişimden kaynakların adil dağıtımına kadar tüm toplumsal öğelerinin temelinde toplumsal cinsiyet eşitliği bulunmalıdır. Yasa ve yönetmelik yapımı gibi genel etkili programların, bölgesel adil geçiş planlaması gibi görece yerel etkili süreçlerin, istihdam, eşit işe eşit ücret gibi ekonomik ve toplumsal hayata katılımı biçimlendiren alan ve yaklaşımların tasarımında, uygulanmasında ve denetiminde toplumsal cinsiyet eşitliğinin tesis edilmesi ve belirleyici olması gözetilmelidir.

6) KARAR ALMADA ETKİN KATILIM, ORTAK FAYDA

Planlama ve karar almada ortak aklı ve faydayı temel alan, şeffaf, denetlenebilir, etkin, gerçek demokratik katılım dönemi başlamalıdır. Ekolojik, ekonomik ve toplumsal gerçekleri dikkate almayan, bilimsel uyarıları duymazdan gelen, insan toplulukları ve doğa üzerindeki etki faktörünü önemsemeyen karar alma biçimi, Türkiye’deki toplumsal, iktisadi ve ekolojik adaletsizliğin, iklim afetlerinin derinleşmesinin temel sebeplerindendir. Bu yaklaşım süreklileşmiştir ve günlük hayatın idaresinden doğanın sınırlarına, demokratik alandan gelecek planlamasına kadar tüm yaşamsal varlık ve süreçleri tahrip eden bir dayatma teamülü yerleşmiş ve gündelikleşmiştir. Bu durumun değişmesi, getirdiği sorunların giderilmesi; kararlara etkin katılımı, ortak aklı temel alan şeffaf mekanizmaların oluşturulmasıyla mümkündür. Yurttaşların ve oluşturdukları yapıların, kendi yaşam ve yaşam alanları hakkında karar alma hakkı, yasaca güven altına alınmalı ve sistemli bir yapıyla işletilmelidir. Bireylerin maruz kalan değil, yönlendiren olduğu, bilimin, tecrübenin ve yerel yaşam gerçekliğinin rehberliğinde, dayanışma içinde kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu bir planlama ve yönetim biçimi, vazgeçilmezdir.

7) ŞEFFAFLIK VE HESAP VERME MECBURİYETİ

Şeffaflık ve hesap verme mecburiyeti, demokratik işleyişin temel karakteridir ve aşılamayacak bir yasal güvence altına alınmalıdır. Bugün Türkiye’de, gerek her tür projenin ekosistemler ve iklim üzerindeki etkisi, gerek deprem vergisi gibi kamusal kaynakların kullanım alan ve biçimi açısından ve gerekse eğitim ve çalışma gibi sosyal alanlara ilişkin politikaların üretiminde, şeffaflık ve hesap verme mecburiyeti ilkesi tamamen çökmüştür. Bu pratik normalleşmiştir ve ortaya çıkan her türlü zarara ve kayba rağmen, hukuki ve idari yaptırımların uygulanmaması sonucunu getirmiştir. Milyonlarca ağacın tek seferde kesildiği projelerin, yaşam boyu çalışarak elde edilen birikimlerin bir gecede kaybedilmesiyle sonuçlanan ekonomik krizlerin, yurtlarda ve madenlerde toplu halde hayatını kaybeden öğrenci ve işçilerin, kadınların ve farklı cinsel yönelimlerden insanların hesabı sorulamayan cinayetlere kurban gidişinin sorumlularının korunduğu ve bunları önleyecek işleyişin kurulmadığı bir yönetimsel işleyişle geleceğe güvenle bakılamaz. İklim krizinin içinden geçtiğimiz bu dönemde, toplumsal ve ekolojik hayatı biçimlendiren sistemlerde; katılımcı bir tasarlama, etkin bir denetim ve yaptırım mekanizması oluşturulmalıdır. Şeffaflık ve hesap verme mecburiyeti, yeşil ve adil bir yaşamın garantisidir.