Soframıza gelen gıdalara dair yakın zamandaki tartışmaları düşününce aklınıza neler geliyor?

Hızla artan gıda fiyatları, pestisitlerden yani kimyasal maddelerden kaynaklanan sağlık kaygıları, tedarik zincirindeki sorunlar yüzünden emeğinin karşılığını alamayan ve ithal pestisit, tohum ve gübre cenderesinde sıkışan çiftçiler… Buna bir de iklim krizi yüzünden daha tarladayken yok olan ürünleri ekleyin. Esasında yerelden başlayarak hızlıca atılabilecek adımlar, bu sorunlara karşı çok ciddi çözüm alternatifleri sunuyor.

 Üretici Pazarı – Bornova / İzmir

Greenpeace’in yedi temel ilkeyle tanımladığı ekolojik tarım modeli de tam bu bağlama oturuyor. Bu ilkelerin başında gıda egemenliği kavramı geliyor ki, bu da hem üreticilerin hem tüketicilerin büyük şirketler ve mevcut sistem onları mecbur bıraktığı için değil kendi istedikleri için istedikleri ürünü istedikleri şekilde üretme ve tüketme mantığına dayanıyor. Gıda güvenliğinin ardından şu altı ilke geliyor:

    • Çiftçinin ve kırsal toplulukların yararını gözetecek bir model oluşturulması
    • Daha akıllı mahsul ve gıda üretimi, bu sayede israfın ve verimsizliğin önüne geçilmesi
    • Biyoçeşitlilik ilkesi üzerinden doğadaki her canlının korunması
    • Sürdürülebi̇li̇r toprak sağlığı ve daha temi̇z su
    • Haşerelerle ekolojik mücadele çerçevesinde zehirli kimyasal maddelerin önüne geçilmesi
    • Değişen iklim koşullarına dirençli gıda sistemleri sayesinde çiftçilerin kırılganlığının azaltılması

Yapılması gereken küçük ölçekli yerel tarım uygulamalarını desteklemek.

Ekolojik tarımı uygulamak için aslında dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Yapılması gereken küçük ölçekli yerel tarım uygulamalarını desteklemek. Yerel tarım tek ürünün ekimine dayalı büyük tarım modeline (endüstriyel tarım) karşı hem geleneksel hem de sürdürülebilir bir model olarak karşımızda duruyor. Ancak bu modelde üreticilerin çözüm bekleyen çok ciddi sorunları var. Öncelikle üreticilerin doğrudan pazara erişimi konusunda mevcut sistemin başarısızlıklarından ötürü önemli engeller var.

Ürünün tarladan sofraya uzanan yolculuğunda rol alan aktörlerin ve aracıların bolluğu bir yandan fiyat artışına bir yandan da kimsenin emeğinin karşılığını alamamasına sebep oluyor. Örneğin Temmuz ayında basına yansıyan haberlerde üreticilerin karpuzun kilosunu 10 kuruşa sattığını ve hatta satamayıp tarlada bıraktığını, ancak marketlerde 1,5 ila 2 lira arasında satışa sunulduğunu gördük. Arada yüzde 1500’ten fazla bir fark var.

Uzun vadeli bir çözüm planlamasında şu an yapılabilecek en acil çözüm üreticiler ile tüketiciler arasındaki yolun olabildiğince kısaltılması. Yani “kısa gıda tedarik zinciri”

Pek çok ülkede tabandan yayılan örneklerini gördüğümüz bu model, aracıların olabildiğince devreden çıkarılmasına ve üreticilerin farklı kanallardan tüketicilerle doğrudan buluşması fikrine dayanıyor.

Üretici Pazarı – Bornova / İzmir

En hızlı ve gözle görünür çözüm olarak da üretici pazarları öne çıkıyor. Bildiğimiz semt pazarlarından farklı olarak sadece üreticilerin ve üretici birliklerinin satış yaptığı bu pazarlar, üretici ve tüketici arasındaki labirente benzeyen yolları ortadan kaldırıp doğrudan bir köprü kuruyor. Böylece üreticiler en ciddi kaygılarının giderilmesi için önemli bir avantaj kazanıyor: emeklerinin karşılığını almak.

Çünkü bu model, yoğun kimyasal kullanımına dayalı mevcut tarım sisteminin çıkmaz sokaklarında çiftçilere alternatif ve kestirme bir yol öneriyor. Tüketici ile doğrudan iletişim kurabilen üreticiler, üretim tercihlerini çok daha özgür, sağlıklı, sürdürülebilir ve ekonomik şekilde yapabiliyor. Üstelik pestisitler, sentetik gübreler ve tohumlar üzerinden sistemi kontrol eden bir avuç çok uluslu tarım şirketi karşısında yerel üreticiler bağımsızlıklarını koruyabiliyor.

Her şeyin ötesinde endüstriyel tarım şu an karşımızdaki en acil tehdit olan iklim değişikliği konusunda da ciddi sorunlar yaratıyor.

Ürünlerin uzak mesafelerden seyahati, kimyasallardan ötürü toprağın karbon tutma kapasitesinin zayıflaması, hayvancılık kaynaklı sera gazı salımları, tedarik zincirinde yaşanan ve yüzde 50’ye varabilen gıda israfı üzerinden tarım sistemi iklim değişikliğine çok ciddi etkilerde bulunuyor. İklim krizi kaynaklı dolu, sel, kuraklık gibi aşırı hava olayları karşısında çiftçiler ciddi sıkıntılar yaşıyor. Tarladaki ürünler zarar görüyor, mahsul alınamıyor, az üründen ötürü pazarda fiyatlar hızla yükseliyor. Dolayısıyla şu an yaşadığımız sorunlar, tüketiciler üretim tarafıyla bir bağ kurmadığı, yaşanan krizlere acil çözüm talep etmediği sürece ortadan kalkmayacak.

Çözüm için merkezi hükümet kadar yerel yönetimlerin, yani belediyelerin atacağı adımlar da önem kazanıyor. Anayasamızın da tanımladığı şekilde belediyelerin tarım, gıda ve hayvancılık konularında politika uygulayabileceği geniş bir alan var. Zaten tam da bu yüzden son yerel seçimlerde başkan adayları tarım konulu çok ciddi vaatler dile getirmişti.

Bu noktada üretici pazar alanlarını oluşturmak, gerekli sağlık ve pestisit denetimlerini yapmak, ürünlerin nakliyesini kolaylaştırmak ve hem üretici hem de tüketicileri bilgilendirme konusunda belediyelere görev düşüyor.

Belediyelerin zaten halihazırda ellerinde olan imkanları kullanarak atacakları adımlar, ekolojik üretim yapan çiftçilerin emeklerinin karşılığını almalarına, tüketicilerin sağlıklı gıdaya erişimlerinin kuvvetlenmesine, yerel tarımın güçlenmesine büyük destek sağlayacak. Şu an devasa bir ekonomik güce sahip endüstriyel tarıma karşı yerelden oluşacak bu hareketin ülke sathına yayılması için elimizden geleni yapmalı, yerel yönetimlerden bu taleplerimizi her fırsatta dile getirmeliyiz. Tam da belediye başkanlarının seçim öncesi vadettikleri gibi!

Çiftçiyi Koru Tarımı Kurtar

Türkiye’de çiftçiler her geçen gün güç kaybediyor. Belediyelerin denetimi altında açılacak üretici pazarlarıyla hem çiftçi kazanacak, hem de tüketici daha sağlıklı gıdaya ulaşabilecek. Ekolojik bir gelecek için sen de belediyenden talep et, şehrinde üretici pazarları açılsın ve yaygınlaşsın!

Harekete Geç