Uluslararası Adalet Divanı iklim acil durumu karşısında devletlerin yükümlülüklerine ilişkin dönüm noktası niteliğinde bir tavsiye kararı yayımladı. Bu karar nasıl alındı, Türkiye’ye etkileri neler olabilir?

Birleşmiş Milletler’in (BM) yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD), iklim acil durumu karşısında devletlerin yükümlülüklerine ilişkin dönüm noktası niteliğinde bir tavsiye kararı yayımladı. İklim değişikliğini varoluşsal bir tehdit olarak nitelendiren mahkeme, şirketleri neden oldukları emisyonların zararlarından, devletleri ise iklim krizine neden olan şirket faaliyetlerine karşı yaptırım uygulamaktan sorumlu tutuyor ve nesiller arası adaletin tüm iklim yükümlülüklerinin yorumlanmasına rehberlik etmesi gerektiğini belirtiyor.

Uluslararası Adalet Divanı’nın bu kararı, Türkiye için iklim değişikliğiyle mücadelede hem bir uyarı hem de bir fırsat niteliğinde. Karar, hükümetin ve şirketlerin iklim eylemleri konusunda daha şeffaf, kararlı ve adil adımlar atması için uluslararası hukuki ve siyasi bir baskı unsuru olacak.

Tarihi Karara Giden Yol

2019 yılında Güney Pasifik Üniversitesi’nden 27 hukuk öğrencisi, Uluslararası Adalet Divanı’nın iklim değişikliği konusunda devletlerin sorumluluklarına ilişkin bir tavsiye kararı yayınlaması için bir kampanya başlatarak İklim Değişikliği ile Mücadele Eden Pasifik Adaları Öğrencileri grubunu kurdu. Vanuatu’nun küresel bir devletler ittifakıyla birlikte sunduğu karar tasarısı, 130’dan fazla ülkenin ortak sponsorluğunda Mart 2023’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan oybirliğiyle geçti.

Yine 2023 yılında, Greenpeace’in ikonik gemisi Rainbow Warrior, Pasifik’te seyrederek iklim değişikliğinden etkilenen topluluklardan tanıklıklar topladı. Bu tanıklıklar, iklim krizinin ön saflarındaki diğer topluluklardan alınan tanıklıklarla birlikte UAD’ye sunuldu. 2024 yılının Aralık ayında mahkeme, devletlerin iklim değişikliğine ilişkin yükümlülükleri hakkında iki hafta süren halka açık bir duruşma düzenledi. Akabinde mahkeme, geçen yıl mahkemeye sunulan yazılı görüşlerin ardından, devletlerin iklim değişikliğine ilişkin yükümlülükleri hakkında iki hafta süren bir açık oturum düzenledi. Oturumda dünyanın dört bir yanından iklim krizi ile mücadelede öncü toplulukların direnişlerine ve iklim krizinin etkilerine dair tanıklıklara yer verildi ve devletler ile uluslararası kuruluşlardan benzeri görülmemiş bir katılım gerçekleşti. 

Karar ne anlatıyor?

Karar mahkemenin 15 yargıcı tarafından oy birliği ile kabul edildi. UAD’nin kararı, devletlerin uluslararası hukuk kapsamındaki sorumluluklarını Paris Anlaşması’nın ötesine taşıyan tarihi bir koruma sağlıyor. Bunlara çevreyi önemli zararlardan koruma görevi ve işbirliği görevi gibi önemli ek yükümlülükler de dahil.

Mahkemenin kararı, şirketlerin emisyonlarının neden olduğu zararlar nerede meydana gelirse gelsin, devletleri şirketleri bu zararlardan sorumlu tutmayı zorunlu kılıyor. Daha da önemlisi, mahkeme, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının diğer tüm insan hakları için temel olduğunu ve nesiller arası adaletin tüm iklim yükümlülüklerinin yorumlanmasına rehberlik etmesi gerektiğini belirtiyor.

Karar ayrıca, iklim yükümlülüklerinin ihlalinin tam tazminata yol açtığını da açıklığa kavuşturuyor. Buna zararlı eylemleri durdurma ve ilgili kayıp ve hasarlar için mali tazminat sağlama dahil. Bunlar, iklim zararları için tazminatı ve hatta bilimsel tabanlı güvenlik eşiğinin üzerindeki sera gazı emisyonlarının derhal durdurulması gerekliliğini içerebilir. En önemlisi, mahkeme, iklimden en çok etkilenen topluluklarda gelecek nesiller için iklim adaletini sağlayacak önemli bulgulara imza atarak tarihi düzeyde bir koruma sunuyor.

İklim Krizi Bağlamında Uluslararası Hukuk Kararları 

UAD’nin kararı uluslararası mahkemelerin iklim değişikliği alanında verdiği tek karar değil. Bu ayın başlarında, Amerikalılar Arası  İnsan Hakları Mahkemesi, iklim acil durumu karşısında devletlerin yükümlülüklerine ilişkin bir başka tarihi karar yayımlamıştı. Mahkeme, hükümetlerin sağlıklı bir iklime sahip olma hakkını güvence altına almak için “acil ve etkili eylemlerde bulunması” gerektiğini ve şirketlerin iklim değişikliği ve insan hakları üzerindeki etkileri konusunda yükümlülükleri olduğunu belirlemişti. 

Karar, insanların ve doğanın haklarını kirleticilerin çıkarlarının kesin olarak önüne koymuş oldu. 2024 yılında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS), iklim değişikliği konusunda önemli kararlar aldılar. AİHM, 9 Nisan 2024’te verdiği kararlarla iklim değişikliğinin insan hakları üzerindeki etkilerini ilk kez değerlendirdi; özellikle Verein Klimaseniorinnen Schweiz ve Diğerleri v. İsviçre davasında, İsviçre’nin iklim değişikliğiyle mücadelede yetersiz kalarak yaşlı kadınların özel hayatlarına saygı hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Bu karar, AİHM’in iklim değişikliği konusunda bir devleti mahkum ettiği ilk bağlayıcı karar olma özelliği taşıyor. ITLOS ise 21 Mayıs 2024’te, Küçük Ada Devletleri’nin talebi üzerine bir tavsiye karar açıklayarak, sera gazı emisyonlarının deniz çevresinin kirlenmesi anlamına geldiğini ve taraf devletlerin bu kirliliği önleme, azaltma ve kontrol etme yükümlülüğü olduğunu vurguladı. Bu iki mahkemenin kararları da, devletlerin iklim değişikliğiyle mücadeledeki hukuki sorumluluklarını pekiştirerek, gelecekteki iklim davaları için önemli emsaller teşkil etti.

Bu Karar Türkiye için Ne İfade Ediyor?

Uluslararası Adalet Divanı’nın bu kararı, Türkiye için iklim değişikliğiyle mücadelede hem bir uyarı hem de bir fırsat niteliğinde. Hükümetin ve şirketlerin iklim eylemleri konusunda daha şeffaf, kararlı ve adil adımlar atması için uluslararası hukuki ve siyasi bir baskı unsuru oluyor. Aynı zamanda, Türkiye’deki sivil topluma ve etkilenecek topluluklara, iklim adaleti ve çevresel haklar için verdikleri mücadelede güçlü bir uluslararası dayanak sunuyor. Bu karar, Türkiye’nin iklim politikalarını yeniden gözden geçirmesi ve 2053 net sıfır hedefine giden yolda daha somut ve adil adımlar atması için katalizör görevi görebilir.

UAD kararı, devletlerin çevreye önemli zararı önleme ve işbirliği yapma yükümlülüklerini Paris Anlaşması’nın ötesine taşıyor. Bu, Türkiye’nin iklimle ilgili mevcut yasalarını ve politikalarını daha iddialı hale getirmesi gerektiği anlamına gelebilir. Özellikle, Ulusal Katkı Beyanı’ndaki (NDC) emisyonların 2038’e kadar zirve yapmasına izin veren mevcut esneklik, uluslararası hukukun ruhuyla çelişebilir ve revize edilmesi için baskı oluşturabilir.

UAD’nin fosil yakıt üretimi, tüketimi, lisans ve sübvansiyonlarının uluslararası hukukun ihlali olabileceği yönündeki tespiti, Türkiye’nin kömür başta olmak üzere fosil yakıtlara olan bağımlılığını azaltma baskısını arttıracak. Türkiye’deki kömür santrallerine verilen teşvikler ve yeni kömür projeleri, bu kararın ışığında daha fazla hukuki ve siyasi incelemeyle karşılaşabilir. “Kirleten öder” ilkesinin güçlenmesi, fosil yakıt endüstrisine yönelik yasal süreçlerin önünü açabilir. 

Karar, iklim yükümlülüklerinin ihlalinin tam tazminat gerektirdiğini belirtiyor. Bu, Türkiye’de iklim değişikliğinden veya fosil yakıt kirliliğinden doğrudan etkilenen toplulukların (örneğin, kuraklıktan etkilenen çiftçiler, hava kirliliğinden etkilenen şehir sakinleri) hükümete veya kirletici şirketlere karşı yasal yollara başvurma cesaretini ve dayanağını artırabilir. Uluslararası mahkeme kararları, ulusal mahkemeler üzerinde emsal olmasa da, hukuki yorumlamaları etkiler ve yerel davalara emsal teşkil edebilir.

Karar, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkının temel bir insan hakkı olduğunu ve nesiller arası adaletin iklim yükümlülüklerini şekillendirmesi gerektiğini vurguluyor. Bu, Türkiye’deki iklim mücadelesinin insan hakları ve adalet boyutuyla daha da güçlenmesini sağlayabilir. Özellikle kadınlar, çocuklar ve yoksul topluluklar gibi iklim krizinden orantısız etkilenen grupların hak temelli talepleri daha güçlü bir zemin oluşturabilir.